Quantcast
Channel: Erkan Karaca – Bilgihanem
Viewing all 504 articles
Browse latest View live

Hezarfen Ahmed Çelebi Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Osmanlı zamanında yaşayan ve çağının ötesindeki projeleriyle büyük bir yankı uyandıran Hezarfen Ahmed Çelebi, tarihte uçmayı başarabilen ilk Türk olarak yerini almıştır. Bu bilgi sadece Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde geçtiği için tarihte uçan ilk insan veya ilk Türk arasında görüş ayrılıkları olabilmektedir. Hezarfen Ahmet Çelebi, çocukluğundan itibaren rüyalarını süsleyen uçma merakını; muhteşem ilmi, zekâsı, cesareti ve becerisiyle birleştirerek kendine kartal kanadı yapmış ve hayallerini gerçekleştirmiştir.

Halka açık ilk uçuşunda Hezarfen Ahmed Çelebi Galata Kulesi’nden, Üsküdar’a kadar uçabilmeyi başarmıştır. Bu akıl almaz başarısı sayesinde sadece Osmanlı’da değil, Avrupa’nın pek çok ülkesinde ününü duyan insanları da kendisine hayran bırakmıştır. Bunun üzerine dönemin sultanı, Hezarfen Ahmed Çelebi’ye tebriklerini bildirmiştir.

İbn-i Rüşd Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Fakat daha sonraları, Hezarfen Ahmed Çelebi’nin bu cesaret dolu uçuşu sultanı korkuya düşürmüştür. Çevresindeki vezir ve devlet adamlarının etkisiyle, böylesine doğaüstü bir güce sahip olan bir insanın her şeyi yapabilme ihtimaline karşı önlemler almaya çalışmış ve nihayetinde Hezarfen Ahmet Çelebi’yi Cezayir’e sürgüne göndermiştir.

Hezarfen Ahmed Çelebi Kimdir?

Hezârfen Ahmet Çelebi, 1609 yılında dünyaya gelmiş ve henüz otuz bir yaşındayken, 1640 yılında Cezayir’de yaşamını yitirmiştir. 17. yüzyıl Osmanlı’sının IV. Murat döneminde yaşamış ünlü Müslüman Türk bilim adamıdır. Tarihte, kendi geliştirdiği takma kanatlar yardımıyla uçmayı başarması ile nam salmıştır.

Onu tanımlarken; havacı, mucit, bilim insanı gibi birçok sıfatı kullanabiliriz. Araştırmaya ve yeni şeyler icat etmeye olan merakı, onu döneminin en sıra dışı insanlarından biri haline getirmiştir. Evinde sürekli yeni araştırmalar ve deneyler yapan Hezarfen Ahmed, İsmail Cevheri adındaki bir bilgini kendine örnek alarak ilerlemiştir. Kuşların kanatlarından yola çıkarak yaptığı o tarihi uçuş hakkındaki deneyim ve bilgilerinin, Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinde yazdığı bilinmektedir.

Neden Hezarfen Adı Verilmiştir?

Hezarfen Ahmed Çelebi yaşadığı dönemde, tarihte uçabilen ilk insan olarak büyük bir şöhret kazanmıştır. Kendisi, gerek teknik bilgisi gerekse kuşların tüylerinden meydana getirdiği kanatlarıyla geliştirdiği uçma becerisi sebebiyle, geniş kitleler tarafından ilgiyle karşılanmış ve halk tarafından kendisine “bin fenli (ilimli)” yani “çok şey bilen” manasına gelen Farsça kökenli “Hezarfen” lakabı verilmiştir. Hezar Farsça’da, “bin” demektir.

Hezarfen Ahmed Çelebi’nin Hayatı

Hezarfen Ahmed Çelebi 1609 yılında İstanbul’da dünyaya gelip, 1640 yılında Cezayir’de hayata veda etmiştir. Çocukluğundan itibaren hayatını evde yaptığı deneyler ve araştırmalar ile geçirmiştir. Çoğu kez gökyüzünde uçan kuşları incelemiş ve onlara büyük bir hayranlık beslemiştir. Eğer insanlar da kuşlar gibi kanatlara sahip olsa, onların da gökyüzünde uçabileceğini düşünmüştür.

Bu hayallerle çocukluğunu geçiren Hezarfen Ahmet Çelebi, bir gün bu hayalini gerçekleştirmeye karar vererek araştırma yapmaya başlamıştır. Öncelikle, daha eski dönemlerdeki uçma denemelerini inceleyerek işe başlamıştır. Araştırmalarında, 10. yüzyıl Türk âlimlerinden İsmail Cevheri’nin bu konuda yaptığı denemenin başarısız olduğunu ve sonucunun ölümle bittiğini görmüştür ama bu feci son Hezarfen’i kararından döndürememiştir.

İsmail Cevheri’nin başarısız girişimini derinlemesine inceleyen Hezarfen, düşmesinin sebeplerini bulmuş ve kendi projesini geliştirirken ona göre önlem almıştır. Sonrasında hava akımları, kuşların uçuş şekilleri gibi konulara yeni bir boyut kazandırmış ve yapay kanatları geliştirmeye devam etmiştir. Tüm hazırlıkları bittikten sonra artık halka bunu göstermek isteyen Hezarfen Ahmet Çelebi, Okmeydanı’nda kanatlarını hazırlayarak onların dayanıklılık derecesini çeşitli deneylerle ölçmüştür.

Bazı kaynaklar Hazerfan Ahmet Çelebi’nin Leonardo Da Vinci’nin kuşlar üzerinde yaptığı çalışmalardan esinlendiğini ileri sürmektedir. Bir başka iddiada ise Hezarfen Ahmed Çelebi’nin fizikçi Abbas Kasım İbn Firnas’tan sonra uçmayı başardığını, bu hayalini gerçekleştirirken onun yaptıklarını taklit ettiği öne sürülmektedir.

Hezarfen Ahmed Çelebi’nin Uçtuğu İlk An

1632 yılında uzun soluklu deneylerini sonuçlandıran Hezarfen Ahmet Çelebi, kartal kanatlarından yaptığı aleti takarak, ölüm pahasına Galata Kulesi’nin en yüksek tepesine çıkmıştır. Ne yapacağını büyük bir merak ve hayranlıkla izleyen halkın karşısında, kendisini boşluğa bırakmış ve uçmaya başlamıştır. Bu ilk denemesinde Hezarfen Ahmet Çelebi, İstanbul Boğazı’ndan başlayarak Üsküdar Doğancılar Meydanı’na kadar uçmayı başarmıştır. Bu mesafenin bugün yaklaşık 3558 metre olduğu bilinmektedir.

Osmanlı tarihinde uçabilen ilk insan olarak nam salan Hezarfen’in bu başarısını, dönemin sultanı IV. Murat Han Sarayburnu’ndaki Sinanpaşa Köşkü’nden büyük bir ilgiyle izlemiştir ve ardından onu huzuruna davet etmiştir. Hazerfan Ahmed Çelebi bu davet üzerine uçarak gittiği yolu kayıkla geri dönmüş ve sultanın huzuruna çıkmıştır.

IV. Murat Han, Hezarfen’i bu başarısından dolayı bir kese altın ile ödüllendirmiş ve ona hayran kaldığını kendisine belirtmiştir. Fakat daha sonradan, böylesine bir adamın bilgi, beceri ve sonsuz cesaretinden dolayı korkulacak biri olduğunu, uçmasının sıra dışı bir eylem olduğunu ve bunun bir şeytan işi olduğunu dillendirmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Bazı iddialara göre IV. Murat’ı bu düşüncelere itenler, aslında Hezarfen’i kıskanan vezirleri ve devlet adamlarıdır. Sonuçta, Hezarfen Ahmet Çelebi Cezayir’e sürgüne gönderilmiştir. Sürgün yerine giden Hezarfen’den bir daha haber alınamamış ve orada Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Padişahın adamları tarafından öldürülmüş olma ihtimali de vardır.

Hezarfen Ahmed Çelebi’nin Modern Kültürdeki Yeri ve Önemi

Tarihte uçan ilk insan olarak ün kazanan Hezarfen Ahmed Çelebi, günümüz popüler kültüründe de pek çok sanat dalına konu olmuş ve geniş kitlelere ulaşmıştır. Örneğin TRT Çocuk Kanalı, Hezarfen’in uçuşa olan ilgisi ve çocukluk hayatını konu alan “Küçük Hezarfen” isimli bir çizgi film yayınlamıştır. 2010 yılında ise tüm hayatı bir animasyon filmine konu olmuştur.

Ayrıca, “İstanbul Kanatlarımın Altında” filminde Hezarfen’in muhteşem uçuş serüveni yönetmen Mustafa Altıoklar tarafından ayrıntılarıyla işlenerek seyirciye sunulmuştur. Son günlerde ekranların çok izlenen dizilerinden “Muhteşem Yüzyıl Kösem” dizisinde de, Hezarfen Ahmet Çelebi rolünü oyuncu Ushan Çakır canlandırmış ve büyük ilgiyle karşılanmıştır.

2012 yılında ise dünyaca ünlü sanatçımız Fazıl Say, “Hezarfen Ney Konçertosu”nu hayranlarına sunmuştur. Bu konçerto  İstanbul 1632 Baharı, Galata Kulesi, Uçuş, Cezayir Sürgünü olmak üzere 4 bölümden meydana gelmişti.


Hasan Tahsin Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Bazı insanlar vardır, öyle bir şey yaparlar ki onu ne tarih sayfaları ne de gelecek nesil asla unutmaz. Hasan Tahsin de bu isimlerden biridir. Türk tarihinde onun “İlk kurşunun adı” olarak biliriz. Hasan Tahsin günümüzde herkes tarafından bilinen ve saygıyla anılan bir isim olsa da, kurtuluş mücadelemizi başlatan milli kahramanımızın asıl ismi Osman Nevres’tir.  

1888 yılında Selanik’te doğan Osman Nevres, katıldığı bazı eylemler nedeniyle zaman içerisinde yurt dışındaki bazı ülkelere giriş yasağı yemiştir. Bu nedenle verem gibi ağır bir hastalığa yakalandığında tedavi görmek için İsviçre’ye gitmesi gerekmiştir. İsviçre hükümeti onu Osman Nevres ismi ile kabul etmeyeceği için adını değiştirerek herkesin bildiği Hasan Tahsin adını almıştır. 31 yaşında, Yunan askerlerinin kurşunları ile ölünceye dek bu adı kullanmaya devam etmiştir.

İlber Ortaylı Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Hasan Tahsin’i bu denli önemli kılan şey ilk kurşunu atarak milli mücadeleyi başlatmasının yanı sıra, yüzlerce kişilik Yunan taburuna korkusuzca ateş açabilmesidir. Bu cesaret onu milyonlarca insana sevdiren önemli bir şahıs haline getirmiştir. Bugün adı hala pek çok sokağa, okula ve anıta verilmektedir. Türk milletinin kurtuluş mücadelesinde ne zorluklarla uğraştığı, ne şehitler, ne kayıplar verdiğini hatırlatan, ne yüce insanlarımız olduğunu bize unutturmayan bir isimdir Hasan Tahsin! Şimdi sizlere, Hasan Tahsin’in biyografisini ayrıntılı bir şekilde sunmaya çalışacağız.

Hasan Tahsin Kimdir?

Hasan Tahsin, 15 Mayıs 1919’da, İzmir’in işgali sırasında, ilk kurşunu atan kişidir. Pek çok insan tarafından 1915 yılında ilk kurşunu sıkarak İzmir’de Yunan askerlerine karşı büyük bir cesaret örneği sergileyen ve bu hareketi sayesinde tüm yurt genelinde düşman askerlerine karşı direniş başlatan kişi olarak bilinmesine rağmen, Hasan Tahsin bunların çok daha ötesinde bir insandır.

Son derece iyi eğitimli, entelektüel, bol okuyan ve bol yazan, gözlem yeteneği güçlü, çevresindekilere özellikle vatanındakilere değer veren, çağının ilerisinde bir gazeteci, yazar ve tüm Türkiye’nin bildiği bir semboldür. 31 gibi genç bir yaşta vefat etmesine rağmen ömrünün 10 yıl gibi uzun bir kısmını hapishanede geçirmiş olan Hasan Tahsin, gazetelerde yazdığı sivri yazılar ile de hala adından söz ettirmektedir.

Hasan Tahsin’in Hayatı

1888 yılında Selanik’te doğan Hasan Tahsin, asıl adıyla Osman Nevres, öğrenimi sırasında Atatürk’ün de öğrenim gördüğü Şemsi Efendi Okulu’na gitmiştir. Ardından Selanik Feyziye Mektebi’nde öğrenimine devam eden Hasan Tahsin, son derece başarılı bir öğrenci olması nedeniyle dikkat çekmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, Tahsin’e öğrenim bursu vermesi üzerine Siyasal Bilimler eğitimi için Paris’e gitmiştir.

Zaten siyasete son derece meraklı olan Hasan Tahsin, burada okuduğu süre içerisinde de İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesine dayanamayarak Mısırlı Şeyh Dayef ile birlikte isyan ederek miting düzenlemişlerdir. Trablusgarp Savaşı hakkında bilgi almak için tıklayın.

Burs almasının bedeli olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti adına Paris’te görev yapan Hasan Tahsin, Osmanlı aleyhine eylemlerde bulunan Buxton kardeşlere Bükreş’te suikast düzenlemiştir. Bu olayın üzerine 10 yıl boyunca hapiste kalan Tahsin, salınınca İstanbul’a dönmüştür.

Yakalandığı hastalık nedeniyle tedavi olmak için İsviçre’ye gitmesi gerekiyordu. Bu nedenle tanınmamak için adını değiştirerek, pasaportuna Hasan Tahsin adını yazdırmıştır. Bu süreçte Hukuk-u Beşer yani İnsan Hakları adlı gazeteyi çıkarmıştır. Bu gazetede yayınladığı yazılarında, “Vatanperver Hasan Tahsin” rumuzunu kullanmıştır.

15 mayıs 1919 gecesi, herkesin bildiği o meşhur olayda, İzmir’i ellerini kollarını sallayarak almaya gelen Yunan askerlerine karşı silahı ateşleyerek milli mücadeleyi başlatmıştır. Bu direnişin sonucunda Yunan askerleri tarafından olay yerinde öldürülmüştür.

Hasan Tahsin ve İlk Kurşun

Milli mücadele döneminin yaşandığı sıralarda, Anadolu’nun her yeri olduğu gibi İzmir de çok zor günler geçirmekteydi. Hem dış kuvvetler hem de direnişçi ve zararlı cemiyetler İzmir için sıkıntılı günlerin yaşanmasına sebep olmuştu. Hasan Tahsin 14 Mayıs’ı 15 Mayıs’a bağlayan o meşhur gecede Türk Halkını direnişe ve beraberliğe çağıracak şekilde konuşmalar düzenlemiştir.

Vatanlarından böyle kolay vazgeçmemelerini, direnmeleri gerektiğini belirtmiştir. Yunanlıların İzmir Pasaport İskelesi’ne rahatça yanaşan gemiden ellerini sallayarak indiklerini gören Hasan Tahsin, dayanamayarak ateş açmıştır. Bu ateş sonucu Yunan Efzun Alayı’nın bayraktarı olan asker ölmüş ve Yunan bayrağı yere düşmüştür.

Abdullah Cevdet Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Böyle bir direnişi tahmin dahi etmeyen Yunanlılar Hasan Tahsin’i dar bir sokağa kadar kovalayıp burada öldürmüşlerdir. Son kurşununa kadar sıkan Hasan Tahsin bir an olsun mücadeleden vazgeçmemiştir. Günümüzde, o günlerin ve kahramanlığın anısına, İzmir Konak Meydanı’nda Hasan Tahsin anıtı bulunmaktadır.

Hasan Tahsin Anısına Yapılan Eserler

Çok genç yaşta hayatını kaybeden ve uzunca bir süre hapis yatan Hasan Tahsin, başarılı bir gazeteci olmasına rağmen çok fazla eser verme fırsatı bulamamıştır. Genelde milli mücadele sürecini kapsayan çalışmalarda bulunmuştur. Bir dönem İttihat ve Terakki Fırkası’nda ve Teşkilat-ı Mahsusa’da görev almıştır. Hukuk-i Beşer isimli gazetede yazarken, Vatanperver Hasan Tahsin rumuzunu kullanırdı.

Ancak Hasan Tahsin’in adı, ölümünden sonra o kadar çok okula, sokağa ve ödüle verildi ki… Aslında bu şekilde zaten ölümsüz eserler vermiş demekti. Örneğin; Şehit Gazeteci Hasan Tahsin Ortaokulu, Hasan Tahsin İlkokulu, İlk Kurşun İlkokulu ve Gazeteci Hasan Tahsin İlkokulu adı verilen okullardan bazılarıdır. İzmir’in Konak Meydanı’nda, 1973 yılında, belediye yetkilileri tarafından, Hasan Tahsin İlk Kurşun Heykeli yaptırılmıştır.

Rot ve Balans Ayarı Nedir? Arızası Nasıl Anlaşılır ve Yapılır?

$
0
0

Kuşkusuz ki araçlarımızın konfor donanımlarından önce güvenlik paketleri üzerine yoğunlaşılır. Gelişen teknoloji ile birlikte kolay kullanıma ve insan can sağlına yönelik milyon dolarları bulan Ar-Ge çalışmaları yapılmaktadır. ABS ve ESP gibi olmazsa olmazlar arasında olan elektronik sistemler haricinde, bunların çalışmasını en iyi şekilde olması için de bazı gerekli unsurlar vardır.

Konumuz olan rot ve balansta sorunsuz yolcuk edebilmemizdeki önemli faktörler arasındadır. Araç kullanıyorsak bu iki terimi mutlaka duymuşsunuzdur ve tekerleklerle ilgili olduğunu biliriz. Otomobillerimizin tüm şasi dahil karoserini taşıyan ve zemine teması sağlayan tekerleklerimizdir. Direksiyon hakimiyetinden tutun da durma yetisine kadar her şey sürekli dönme eğiliminde olan lastiklerimize bağlıdır.

Intercooler Nedir? Nasıl Çalışır? Motordaki Önemi Nedir?

O yüzden tekerlek bağlantı noktalarını oluşturan bazı parçaların mukavemeti ve düzgün çalışabilmesi çok önemlidir. Sizlere bu yazımında rot ve balans işlemlerini ayrı başlıklar altında anlatacağız. Ayrıca sürüş güvenliği açısından da ne kadar önem arz ettiğini anlamış olacağız.

Rot Ayarı Nedir?

Rot Ayarı NedirRot, araçlarımızın ön mekanik parçalarının bütününe verilen isimdir. Bunu oluşturan parçaların tek bir çizgi ayarında olması gerekir. Rot, direksiyonla tekerlekler arasında bulunan demir çubuktur.

Parçanın aksettirilişi genelde ayarı hakkında olur. Direksiyon hareketine bağlı olan rot, tekerlekler arasındaki açı kaymalarından hemen etkilenir. Ve bunu gayet net şekilde görebilir veya hissedebilirsiniz. Rot ayarı iki tekerlek arasındaki uzaklık farklarını belirler. Bu farklar her zaman eşit ve aynı konumda olmak zorundadır.

Rot Ayarının Bozuk Olduğunu Nasıl Anlarız?

Rot Ayarının Bozuk Olduğunu Nasıl AnlarızHassas olan bu düzenek, size anında tepkilerini sunabilmektedir. Genellikle bozulduğunu asfalt yollarda anlarız. Direksiyon titremesi en çok görülenler arasındadır. Biraz daha ilerlemiş halinde direksiyon simidinin düz şekilde ilerlemek isterken farklı açı konumlarına geldiğini görürüz.

Sürüş esnasında yapacağımız manevralarda, hissizlik ile beraber geç tepkiler de olabiliyor. Diğer bozulma belirtileri arasında; yine asfalt bir yol üzerinde ilerlerken aracımızın istemsiz şekilde sağa veya sola doğru kaymasına şahit oluruz. Bazen alçak hızlarda anlaşılmasa da ortalama 100 ila 120 kilometre süratlerde aşırı sarsmayla beraber rot bozukluğu kendini belli eder.

Rot Ayarı Bozulduğunda Neler Meydana Gelir?

Rot Ayarı Bozukluğunda Neler Meydana GelirYukarıda sizlere bozukluğun nasıl anlaşılacağı ve aracın vereceği tepkilerden bahsettik. Şimdi de sizlere ayarsız olan bir rottan dolayı aracımıza neler olabileceğinden bahsedeceğiz. En başta tekerler arasında açı kayması olacağından tekerleğin taban, yanak ve dişlilerinde deformasyonlar başlayacaktır.

Tek bir doğrultuda hareket etmeyen yürüyen grubun, yalpalayarak gittiğini düşünebiliriz. Nasıl anlarız başlığımızda aracın sağa veya sola istemsiz çekebileceğini söylemiştik. Bozukluğun ileri safhasında daha büyük çekmelerle beraber aracın bir anda savrulabileceğini söyleyelim.

Sonucunda ise trafik kazası kesinlikle kaçınılmaz olur. Bozuk olan bir rotu gelecek seslerden de anlayabiliriz. En başta hafif uğultu ile başlar ve sonradan ses desibel düzeyi gittikçe artar.

Rot Ayarı Nasıl Yapılır?

Rot Ayarı Nasıl YapılırBahsettiğimiz durumlar olduğu anda rot ayar mekanizmasına sahip bir lastik tamirhanesine gitmeliyiz. En başta aracımız ayar yapılacak platforma çekilir. Sonrasında tekerleklerimize bir takım cihazlar bağlanır.

Bilgisayar veri tabanına bağlı sistem, lastik açıları ve uzaklıkları eşitlenene kadar işlem sürdürülür. Özel bir programa sahip bu cihazlar anlık olarak sayısal açı rakamlarını ekrana gönderir. Bazı rot kolu veya bilya bozulması gibi durumlarda da sizi yönlendirecekleri yer burasıdır.

Yani rot ayarı diye gittiğiniz tamirhanede farkında olmadığınız başka bir sorunla da karşılaşabilirsiniz. Bakıldığında aslında bizleri büyük masraflardan kurtarabilir.

Balans Ayarı Nedir?

Balans Ayarı NedirBalans ayarı da en az rot ayarı kadar önemlidir. Genel tepkileri birbirlerine benzer olsa da farklı alanları temsil etmektedirler. Araç yürüyen sistem ekipmanlarının her biri doğru orantılı ve eşit ağırlık dağılımları üzerine kurulmuştur.

Özellikle lastiklere gelen ağırlık oranlarının eşit olması gerekmektedir. Balansın anlamına baktığımızda da zaten “denge” anlamına gelmektedir. Bahsedilen ayarı ve bozukluğunu bazı yanlış kullanımlar sonucunda hayatımızda bir kere de olsa yaşamışızdır.

Hiç bozukluk olmasa dahi lastik değişimlerinde denk geliriz. Balans, aracın her bir tekerleği için geçerlidir. Rot kısmında yapılacaklar ön tekerleği ilgilendirse balans işlemlerinde dört tekerleğe de yapılabilir.

Balans Ayarı Nasıl Yapılır?

Balans Ayarı Nasıl YapılırYukarıda bahsettiğimiz gibi tekerleklere gelecek olan ağırlıkların eşit olması gerekmektedir. Tekerleklere balans ayarı sökülerek yapılmaktadır. Ayrı ayrı yapılan bu işlemler lastiğin jantla beraber bir makineye bağlanmasıyla olur.

Yine bilgisayar tabanlı olan bu makine, tekerlere gerçek dönüş hareketi yaptırır. Dönme sırasında kırmızı – yeşil ibarelerle bozukluğun hangi kısımda olduğu ve yüzdelik biçimde değeri gösterilir. Aksaklığın olduğu kısımda ustalar, jantın kenar kısımlarına takılan ağırlıklarla dengeyi sağlar.

Balans Ayarı Neden Bozulur?

Balans Ayarı Neden BozulurKullandığımız araçlarımızın hangi yol şartlarında gittiği önemlidir. Bizler otomobil içerisindeyken lastik ve süspansiyon sisteminin şiddeti emebilme özelliklerinden dolayı az bir kısmını hissederiz. Balans bozukluğu genellikle bozuk yol zeminlerinden kaynaklıdır.

Sürekli olarak stabilize yollarda gidiyorsak, lastiklerin ayar denge sorunları daha çabuk ve sık meydana çıkar. Tekerlerimizin yol üzerinde bulunan çukurlara çok sert bir şekilde girmesi jantın eğilmesine kadar gidebilir. Ve lastiğin dönme açılarında inanılmaz farklar oluşur.

Bu olay sadece çakıllı ve taşlı yollarda gerçekleşmez. Asfalt yol üzerinde de gireceğimiz derin bir çukur buna sebebiyet verebilir. Balansın bozulma nedenlerinden birisi de lastiğimizi şiddetli şekilde sert bir zemine çarpmamızdır. Üretici firmaların talimatlarına baktığımızda da aralıklarla bu işlemi yaptırmamız gerektiğini söylüyorlar. Çünkü hissedemediğimiz ufak bozukluklar olabilir ve sonradan farklı sorunlar oluşturabilir. 

PureTech Motor Nedir? Çeşitleri Nelerdir?

Sizlere basit olarak gözüken yalnız önemli olan bir konudan bahsetmiş olduk. Balans ve rot olayları, sürüş sağlığı açısından önemlidir. Nasıl ki insanların giydikleri ayakkabıların ayak şekillerine uygun olması gerekiyorsa, arabalar için de lastik ve bakımı aynı şekildedir.

Bahsettiğimiz ters durumlar uzun süreler aralığında da çıkabilir, bir anlık yanlış kullanımlar içerisinde de! Bu kısım tamamen bizlerin araçlarımızı nerede ve nasıl kullandığına bağlıdır. Söylememiz gereken bir şey de; bozukluğa neden olabilecekler içerisinde taktığımız jantlar. Olasılığı düşük olsa da araçlarımıza taktığımız orijinal olmayan çelik jantlar, bozulmaya daha çok meğillidir.

Çandarlı Halil Paşa Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

15. yüzyılda yaşayan Çandarlı Halil Paşa, hem II. Murat’ın hem de Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamlığını yapmış ünlü devlet adamıdır. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nun en çok merak edilen isimlerinden bir tanesidir. Onu bu kadar önemli kılan neden ise uzun yıllar veziriazamlık yapmış Çandarlı Halil Paşa’nın Fatih Sultan Mehmet tarafından idam edilerek öldürülmesidir.

Çünkü Osmanlı’nın önde gelen ailelerinden birine mensup olan Çandarlı, devlet tarihinde bir padişah tarafından idam edilerek öldürülen ilk sadrazam olmuştur. Öte yandan; devlete ihanet edip etmediği yönünde çeşitli söylentilerin olduğu Çandarlı Halil Paşa’nın idamı bugün hala tartışılan konular arasındadır.

Damat Ferid Paşa Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Zira kaynaklarda; idam edilmeden önce 120 gün zindanda tutulan Çandarlı Halil Paşa’nın Bizanslılarla işbirliği yaptığı ve Fatih’in fetih planlarını düşmana yolladığı söylenmektedir. Ancak söz konusu ihanetin dışında; Çandarlı Halil Paşa’nın Osmanlı Devleti’ne büyük katkılarda bulunduğu ve uzun yıllar boyunca imparatorluğu layığıyla yönettiği de yadsınamaz bir gerçektir.

Çandarlı Halil Paşa Kimdir?

Çandarlı Halil Paşa Kimdir?1439 ile 1453 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin sadrazamlığını yapmış ünlü devlet adamıdır. Ancak Osmanlı’nın en önemli ve en çok merak edilen devlet adamları arasındaki Çandarlı Mehmet Paşa hakkında öğrenilmesi gereken daha bir dizi şey vardır.

Öte yandan Çandarlı Halil Paşa’nın bu kadar ünlü olmasındaki temel neden; Fatih Sultan Mehmet’in emriyle idam edilmesi ve imparatorlukta idam edilen ilk sadrazam olarak tarihe geçmesidir, denilebilir.

1439’dan 1451’deki ölümüne kadar II. Murat’ın başveziri olarak görev yapan, ardından aynı göreve II. Mehmet’in padişahlığında devam eden ve devlet yönetiminde fazlasıyla etkin bir rol oynayan Halil Paşa; soylu ailesi, idamına neden olan ihaneti ve idamı ile bugün hala tartışılan isimlerin başında gelmektedir.

Çandarlı Ailesi ve Osmanlı Devleti

Çandarlı Ailesi ve Osmanlı DevletiÇandarlılar, Osmanlıların doğuşundan İstanbul’un fethedilmesine kadar devlet içinde önemli yer tutan soylu bir ailedir. Önde gelen Türkmen boylarından olduğu düşünülen Çandarlı Ailesi; devletin kuruluşunda etkili olmuş, askeriden mali alana siyasiden idari alana kadar pek çok farklı bölümde önemli rollerde yer almıştır.

Siyasi gücün yanı sıra ekonomik yönden de epey büyüyen Çandarlı Ailesi, o kadar yükselmişti ki Venedikli tüccarlarla ticari anlaşmalara dahi imza atabiliyorlardı. Sarayda etkili oldukları dönem boyunca merkezi devlet fikrini benimseyen Çandarlılar, II. Murat’ın büyük desteğini aldı.

Öyle ki Çandarlı İbrahim Paşa’nın 8 yıl sadrazamlık yaptığı II. Murat, başvezirinin ölümünün ardından oğlu Çandarlı Halil Paşa’yı veziri yaptı. Öte yandan; İbrahim Paşa’nın küçük oğlu olan Çandarlı Mahmud Çelebi de II. Murat’ın kız kardeşi Hafsa Hatun ile evlendi.

Ağabeyi gibi çok yükselemeyen Çandarlı Mahmud Çelebi’nin en üst mertebesi Bolu Mutasarrıflık görevi oldu. Ayrıca Çandarlı Mehmet Paşa’nın idamından sonra kazaskerlik yapan oğlu Çandarlı Süleyman Çelebi azledildi. Diğer oğlu İbrahim Çelebi ise Edirne kadılığı görevini sürdürmeye devam etti.

Çandarlı Halil Paşa’nın Hayatı

Çandarlı Halil Paşa’nın HayatıOsmanlı’nın kuruluş döneminde başvezirlik yapmış Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’nın torunu ve Çandarlı İbrahim Paşa’nın büyük oğlu olarak dünyaya gelen Halil Paşa, babası gibi medreselerde eğitim aldı. Fakat nerelerde, hangi alimlerden eğitim aldığı ya da doğum tarihi konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Öte yandan; II. Murat’ın sadrazamlığını yapan babasının Çandarlı Halil Paşa’nın başvezirlik görevi sırasında, kazaskerliğe atandığı (1436) bilinmektedir. Babasının ölümünün ardından 1439’da sadrazamlık görevine getirilmiş ve yıllarca II. Murat’ın yanında yer almıştır. Padişahın devlet işlerinden uzaklaştığı ve Fatih Sultan Mehmet’in çocuk yaşta tahta geçtiği dönemde, fiilen Osmanlı’nın yöneticiliğini yapmıştır.

Bu dönemde Anadolu beyliklerine karşı yapılan sert müdahalelerin önüne geçerek olası bir iç karışıklığı önleyen Çandarlı Halil Paşa, ardından Haçlıların Varna’ya doğru yönelmesi üzerine II. Murat’ın yeniden tahta geçmesini sağladı. Böylelikle Osmanlı İmparatorluğu Varna Muharebesi’nde büyük bir zafer kazanarak düşmanı bozguna uğratmayı başardı.

İlaveten; bazı kaynaklarda Çandarlı Mehmet Paşa’nın Fatih Sultan Mehmet’in birinci saltanatı sırasında Mehmet’in lalası Zağanos Mehmed Paşa’dan rahatsız olduğu, bu nedenle II. Murat’ı geri çağırdığı belirtilmektedir. Neticede öyle ya da böyle II. Murat tahta geri çağırıldı ve oğlu Fatih Sultan Mehmet’in birinci saltanatı bu şekilde sona ermiş oldu.

Mora seferi ve II. Kosova Muharebesi gibi olayların başarısında da büyük rol oynayan Çandarlı Halil Paşa, II. Murad’ın 1451’de ölümü üzerine II. Mehmet’i Edirne’ye çağırdı. Ve şehzadenin Manisa’dan gelip tahta geçişi arasındaki iki haftalık süreçte devletin başında durdu. II. Mehmet döneminde de sadrazamlık görevine devam etse de padişahın devşirme lalası Zağanos Mehmet Paşa ile sık sık ters düşmeye başladı.

Çünkü Zağanos Mehmet Paşa, II. Mehmet’in İstanbul’u fethetme planlarını desteklerken Çandarlı Halil Paşa bu fikri onaylamıyor, padişahın Bizans’a karşı daha ılımlı davranması gerektiğini savunuyordu. Ancak sadrazamın bu karşı çıkmaları; İstanbul’u fethetme hayali ile yanıp tutuşan Fatih Sultan Mehmet için pek bir anlam ifade etmiyordu.

Diğer taraftan; II. Mehmet bu dönemde, Zağanos Mehmet Paşa’nın yanı sıra ünlü hocası Molla Gürani ile Akşemseddin’in desteğini de almıştı. İşte bu nedenlerden dolayı; Çandarlı Halil Paşa’nın uyarılarına kulak asmayarak İstanbul’u fethetme planlarına başlamıştı.

Nihayetinde 6 Nisan 1453’te 53 gün sürecek olan kuşatma başlatıldı ve İstanbul 29 Mayıs 1453’te fethedildi. Kuşatma süresince de uyarılarına devam eden Çandarlı Halil Paşa, 30 Mayıs 1453’te görevden azledildi ve çocukları ile birlikte tevkif edildi ve ihanet söylentilerinin sonuçları teker teker vuku buldu.

Çandarlı Halil Paşa Neden Öldürüldü?

Çandarlı Halil Paşa Neden Öldürüldü?Bazı kaynaklarda Çandarlı Halil Paşa’nın devlete ya da Fatih Sultan Mehmet’e ihanet etmediği söylenmekle birlikte kabul edilen bilgi sadrazamın Bizans’tan rüşvet aldığı yönündedir. Buna göre; İstanbul’un fethine başından beri karşı çıkan Çandarlı Halil Paşa, padişahla zıt düşmesinin de tesiriyle Bizans yanlısı olarak gösterilmeye başladı.

Söylentileri ciddiye alan Fatih Sultan Mehmet, 30 Mayıs’ta İstanbul’u fethettikten hemen sonra Çandarlı Halil Paşa’nın azlini emretti ve sadrazam ile birlikte çocukları tutuklandı. Çocukları serbest bırakılsa da Çandarlı Halil Paşa’nın Yedikule’deki tutsaklığı 40 gün boyunca devam etti.

Neticede yıllarca vezirlik yapmış devlet adamı, 10 Temmuz 1453’de gözlerine mil çekildikten sonra asılarak idam edildi. Ve Osmanlı İmparatorluğu’nda ihanet ettiği gerekçesiyle idam edilen ilk sadrazam oldu. Mallarına devlet tarafından el konulan (II. Bayezid döneminde geri verildi) Çandarlı Halil Paşa’nın cenazesi oğlu İbrahim Paşa tarafından teslim alınarak İznik’e götürülerek Nilüfer Camisi İmareti yakınındaki türbesine defnedildi.

Çandarlı Halil Paşa’nın türbesi İznik ilçe merkezinde Lefke Kapısı dışında Osmaneli yolu üzerinde bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmet’in idam ettirdiği sadrazam, oğlu İbrahim Paşa tarafından kendisinden önce ölen oğullarının yanındaki türbesine gömülmüştür.

Kanuni Sultan Süleyman Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Son olarak; Çandarlı Halil Paşa’nın Ege körfezinde bir kale yaptırdığını ve körfez ile ilçeye Çandarlı adı verildiğini de belirtelim. İlaveten idam edilen sadrazamın, İznik’te bir imaret ve Edirne’de Halil Paşa Hanı denilen bir han yaptırdığı bilinmektedir.

Çandarlı Halil Paşa İhanet Etti mi?

Çandarlı Halil Paşa İhanet Etti mi?Bazı kaynaklarda Çandarlı Halil Paşa’nın idamının arkasında farklı nedenler olduğundan bahsedilmektedir. Bunların en başında; Çandarlı Halil Paşa ile Fatih Sultan Mehmet arasındaki zıtlaşmalar ve Çandarlı Halil Paşa’nın padişah tarafından bir tehlike olarak görülmesi bulunmaktadır.

Çünkü mensubu olduğu aile; saltanatın karşısında saltanat kadar güçlüdür ve Fatih Sultan Mehmet’in karşısında durması padişahın otoritesini zayıflatmaktadır. Sonuçta; Türkmen aileler ile devşirme soyundan gelenler arasında bir mücadele vardır ve Çandarlı Halil Paşa ile Zağanos Mehmet Paşa arasındaki rekabetin başlıca nedeninin de bu olduğu söylenmektedir.

Hatta Bobinger’ın bu politikasıyla II. Mehmet’in kendi otoritesini pekiştirdiğini ve idamın ardından herkesin genç sultana boyun eğdiğini öne sürdüğünü görürüz. Öte yandan; Çandarlı Halil Paşa’nın ekonomik yönden fazlasıyla güçlü olması, yıllarca Osmanlı’ya sadakatla hizmet etmesi ve rüşvete hiç ihtiyacının olmaması da sadrazamın ihanet etmediği yönünde açıkça fikir vermektedir.

Nihayetinde; Çandarlı Halil Paşa’nın neredeyse saltanata kafa tutacak boyuttaki gücü ve Fatih Sultan Mehmet’le pek çok konuda ters düşmesinin, idamının en büyük nedeni olduğuna inanılmaktadır.

Afife Jale Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Türk tiyatrosunun ilk kadın oyuncusu olan Afife Jale, ilk kez Emel rolü ile tiyatroda yerini almıştır. Müslüman kadınların oyunculuk yapmasının yasak kabul edildiği dönemlerde zoru başaran Afife Jale, bu adımı ile pek çok kadına öncülük etmiştir. Henüz Cumhuriyet ilân edilmeden tabuları yıkan oyuncu aynı zamanda tiyatroda kadınlar tarafından öncü kabul edilmektedir.

Düşlerinde her zaman tiyatronun yattığını söyleyen Afife Jale, bu adımı atarak her şeyden önce kendi hayallerini gerçekleştirmiş oldu. Yaşamı renkli ve hareketli geçen güzel tiyatrocu hayata erkenden veda eden isimlerden biridir. Özellikle uyuşturucu bağımlılığı Afife Jale’nin erkenden pes etmesine, hayallerinin pek çoğunun yarım kalmasına sebebiyet vermiştir.

Cevdet Kudret Solok Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Oldukça enerji dolu, hayallerinin peşinden koşacak kadar hırslı bir karakteri olan Afife Jale aynı zamanda mükemmel bir eştir. Güzel bir aşk hikâyesi ile akıllarda kalan tiyatrocu, bugün tiyatrocular arasında saygıyla anılan isimlerden biridir.

Afife Jale Kimdir?

Afife Jale Kimdir?

Tiyatro tarihinde çok önemli bir başarıya imza atmış olan Afife Jale, Türk  tiyatrosunda sahneye çıkan ilk Müslüman kadın oyuncu olma özelliğine sahiptir. İslamiyet’in kullanılarak kadınların baskı altına alınmasına karşı olan Afife Jale, bu tabuların pek çoğunu yıkmış yalnızca hayallerinin peşinden gitmiştir.

Uzun ve zorlu bir sürecin ardından dilediğini elde eden güzel tiyatrocu, başarısını hırsına ve kararlılığına borçludur. Tiyatro yaşamı oldukça maceralı geçen Afife Jale pek çok kez tutuklanmanın eşiğinden dönmüş, defalarca kaçmak zorunda kalmıştır. Henüz ilk oyununda gösterdiği inanılmaz başarısıyla binlerce tebrik alan tiyatrocu, onlarca tebrik çiçeğinin de adresi olmuştur.

Afife Jale’nin Hayatı

Afife Jale’nin Hayatı

1902 yılında dünyaya gelen Afife Jale, hayata gözlerini İstanbul’da açmıştır. Hidayet Bey ile Methiye Hanım’ın kızları olan Afife Jale’nin bir de Behiye Hanım ile Salah Bey isimli kardeşleri vardır. Eğitiminin ilk yıllarını mahalle mekteplerinde tamamlayan Afife Jale, İstanbul Kız Sanayi Mektebi mezunudur. Eğitimini tamamladıktan sonra Darülbedayinin tiyatro kursları olduğunu duyan Afife Jale, vakit kaybetmeden katılmış ve kazanmıştır.

Kazanan 5 kadından biri olan oyuncu diğer 3 kişinin aksine tiyatrodan vazgeçmemiş, arkadaşı Refika Hanım ile sonuna kadar devam etmiştir. Yaşadığı sıkıntılar ve zorluklar karşısında şiddetli baş ağrılarına yakalanan güzel oyuncu, doktoru tarafından yalnızca morfinle tedavi edilebilmiştir. Bir süre sonra morfin bağımlısı olan Afife Jale sağlık sorunları nedeniyle tiyatrodan uzaklaşmış, bu sıkıntısı onun hayata gözlerini yummasına neden olmuştur.

Afife Jale’nin Tiyatro Başarısı

Hüseyin Suat’ın Yamalar isimli oyununda Emel rolünü canlandıracak olan Eliza Binemeciyan, topluluktan ayrılmış kendi ülkesine dönmüştü. Emel rolünü canlandıracak biri aranıyordu ve bu kişi için uygun birini bulmak oldukça zordu. Tiyatro kursunu kazanan ve oyuna çıkmak için can atan Afife Jale, seçmelerden geçmiş Jale ismi ile Emel rolünü canlandırmaya hak kazanmıştı. Apollon Tiyatrosunda ilk kez Müslüman bir kadın yer almış ve bu rolü inanılmaz bir başarıyla canlandırmıştı.

Sonrasında yer alacağı Tatlı Sır oyununda oldukça başarılı olan Afife Jale oyunun bir kısmında polis tarafından basıldığı için rolünü canlandıramamıştır. Salondan gizlice kaçırılmış bir sonraki oyuna kadar da saklanmıştır. Odalık adlı oyununda da aynı sorunu yaşayan Afife Jale, bu kez yakalanarak karakola götürülmüştür. Dinine ve devletine karşı gelme suçundan tutuklanmıştır.

Barış Manço Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Babası tarafından da iş konusunda kabul görülmeyen Afife Jale, evsiz ve işsiz kalmıştır. Tüm bu yaşananların ardından sağlığı bozulan oyuncu yavaş yavaş tiyatrodan uzak kalmak zorunda bırakılmıştır. Neyse ki Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk Türk kadınının sahneye çıkma yasağını kaldırarak Afife Jale’nin ve başka tiyatro sever kadınlarımızın önünü açmıştır.

Afife Jale’nin Özel Hayatı

Tiyatro ile ilgili olduğu kadar müzikle de iç içe olan Afife Jale, 1928 yılında Hafız Burhan konserine gitmiştir. Konserde tambur çalan Selahattin Pınar ile tanışan oyuncu ona aşık olmuş 1929 yılında da dünya evine girmiştir. Selahattin Pınar ile aşkları dilden dile dolanan Afife Jale, adına pek çok şarkı yazılan bir kadın olmuştur. Eşinin yazdığı “Nereden Sevdim O Zalim Kadını” adlı eseriyle ünlenmiştir. Yaşanan sıkıntılar doğrultusunda sona eren bu aşk 1935 yılında boşanma davası ile son bulmuştur. Aradan yalnızca 6 yıl geçtikten sonra, 1941 yılında Afife Jale hayata veda etmiştir.

Afife Jale’nin Ölümü

Yaşadığı sıkıntılar arka arkaya pek çok problem doğuran ve derin üzüntüler yaşayan Afife Jale, bir süre sonra sürekli baş ağrısından şikayet etmeye başlamıştır. Doktorunun yalnızca morfin ile ağrısını dindirebilmesi güzel tiyatrocunun morfine bağlı yaşamasına neden olmuştur. Uyuşturucu bağımlılığı Afife Jale’nin Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne kaldırılmasına neden olmuştur. 24 Temmuz 1941 yılında bağımlılık nedeniyle hayata gözlerini yummuştur. Afife Jale’nin mezarı Kazlıçeşme Kabristanı’nda bulunmaktadır. Cenazesine sadece dört kişi katılmıştır.

Afife Jale Nasıl Hatırlanmaktadır?

Afife Jale, Türk tiyatrosunun yapı taşlarından biridir. Yaşadıkları ve başarıları göz önünde bulundurulduğunda asla unutulmaması gereken isimler arasında yer almaktadır. Afife Jale bugün Yapı Kredi tarafından 1997 yılından bu yana her yıl düzenli olarak yapılan Afife Tiyatro Ödülleri ile anımsanmaktadır. Ayrıca Can Dündar tarafından hazırlanan Yüzyılın şıkları: Afife ve Selahattin Belgeseli de çiftin hatırlanmasını sağlamaktadır.

Afife Jale’nin Oynadığı Oyunlar

Afife Jale’nin Eserleri

Tiyatronun ilk kadın oyuncusu olan Afife Jale ilk kez 1920 yılında henüz Cumhuriyet ilan edilmeden “Yamalar” isimli oyunda yer aldı. Oldukça ses getiren bu oyun, Afife Jale’nin kadınların önünü açmasını sağladı. Binlerce tebrik alan güzel oyuncu hayallerini gerçekleştirmenin mutluluğu içinde ikinci oyun olan “Tatlı Sır”da yer aldı. Oynadığı bu iki oyun Afife Jale için az olsa da Türk tiyatrosu için iki dev proje olarak kabul edildi.

Ludwig Van Beethoven Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Beethoven, piyanist ve besteci denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biridir. Hatta onun için gelmiş geçmiş en başarılı besteci tanımlamasını yapabiliriz. Sıra dışı hayatı ve unutulmaz eserleriyle, sanatseverler arasında halen çok önemli bir yere sahiptir. 9. senfonisi ve 5. piyano konçertosu ise en unutulmaz eserleri arasında yer almaktadır.

Alman bir aileden gelen Ludwig van Beethoven, müzik alanında dahiliği ile ön plana çıkmış dünyaca ünlü sanatçılardan biridir. Babasının da müzisyen olması sebebiyle, ilk müzik eğitimini babasından almış sayılmaktadır. Ayrıca saray müzisyenliği için öğretmen olan Johann Gottlieb’den klavsen ve piyano dersleri almıştır. Henüz 13 yaşında iken 1783 yılında Bonn’da seçici prenslik orkestrasına dahil olmuştur.

Gustave Flaubert Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Müzik alanında kendini daha çok geliştirmek için Mozart’tan ders almak üzere Viyana’ya gönderildi ancak, annesinin aniden hastalanması sonucunda tekrar Bonn kentine dönmek zorunda kaldı. 1789 yılında eğitimine devam etmek için üniversiteye kayıt oldu. Sonrasında annesinin hastalığı nedeniyle başlayamadığı “Seçici Prenslik” bursuna tekrar hak kazandı ve Viyana’ya gitti. Aldığı dersler sonucunda kendi eserlerini yayınlamaya başladı.

Ludwing Van Beethoven Kimdir?

Küçük yaşlarda müziğe yatkınlığı ile bilinen ve kendisi gibi babası da müzisyen olan Beethoven, dört yaşında iken ilk piyano çalma deneyimini yaşadı. 16 Aralık 1770 doğumlu olan sanatçı, sekiz yaşında ise konser vermeye başlamıştır. Bonn ve Viyana şehirlerindeki eğitiminin ardından Viyana’ya yerleşme kararı aldı. O sırada müzik alanında şöhretin zirvesinde olan Mozart onun için hayran olunacak kişiydi.

1796 yıllarında sağlık sorunları ile karşı karşıya kalan Beethoven, henüz 26 yaşındayken duyma ve konuşma sorunları yaşamaya başlamıştır. Kısa bir süre sonra sadece yazarak iletişim kurabilir hale gelmiştir. Beethoven’in 7 tane engelli kardeşi olduğu ve alkolik bir babanın elinde büyüdüğü için oldukça mutsuz bir çocukluk geçirdiği bilinmektedir.

Ludwing Van Beethoven’in Hayatı

Müzik konusunda başarının zirvesindeyken sağır olan Beethoven, buhranlı geçen bir dönemdeyken intihara kalkıştı. Sonrasında kendini toparlamayı başardı ve birçok önemli eserini bu dönemde bestelemiştir. Eserlerini sadece kendi içinde hissedebilmesine rağmen, Schiller’in Neşeye Övgü şiiri üzerine bestelediği eseri 9. Senfoni ortaya çıkmıştır.

Sonrasında piyano ve keman konçertoları, piyano sonatları sanatçının arkası kesilmeyen çalışmalarından olmuştur. Modern müziğin öncüsü olan Beethoven, müzikteki kuralları göz ardı ederek bestelediği eserleri ile pek çok sanatçıya örnek ve yol gösterici olmuştur. Modern müzikle birlikte romantik müziğin de ilk olarak keşfedilme dönemi, Beethoven’in en parlak dönemine denk gelmektedir.

Klasik müziğin dünyaca tanıdığı Beethoven, benzersiz eserleri ve kendine has tarzı ile birçok kişiyi kendine hayran bırakmıştır. Siroz hastalığı nedeniyle 56 yaşındayken (1827 yılında) yaşamını kaybetmiş ve cenazesine binlerce kişi katılmıştır. İşitme engeli olmasına rağmen, müzik tutkusundan vazgeçmeyip beste yapmaya devam etmiş olması ve büyük ölçüde başarı yakalaması, müziğe olan bağlılığını göstermektedir.

David Hume Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Klasik müzik denince akla ilk gelen isimlerden biri olması, kendisinin bu konuda ne denli başarılı olduğunu göstermektedir. Yaşamının zorlu süreçlerden geçmesine karşın beste ve eserleri ile günümüze miras niteliğinde eserler bırakmıştır. Beethoven birkaç kez aşık olmasına rağmen yaşamı boyunca hiç evlenmemiştir.

Ludwing Van Beethoven’in Eserleri

Yaşadığı dönemde eserleri ile müziğin dahi çocuğu olarak tanınırken, günümüzde hala adından söz ettirmeyi başarmış olan Beethoven, eserleri ile insanlığa pek çok önemli değer bırakmıştır. Eserleri arasında çok sayıda olan senfonilerden en popüler olan 9. Senfonisidir. Aynı zamanda konçertoları da oldukça beğeni gören ve akıllarda kalan eserleridir.

Ömrü boyunca sadece 1 opera besteleme fırsatı bulabilmiştir. Müzik konusunda oldukça titizlikle yaklaşım sergileyen Beethoven, besteleri ile ifade etmek istediklerini çok farklı tekniklerle eserlerine dökmekteydi. Kendine örnek aldığı Mozart’ın çalışma tekniklerini geliştirmeyi amaçlamış, azmi ve tutkusu ile oldukça başarılı ve kendine özgü eserler bestelemiştir. Beethoven’in eserlerini ve kısaca özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz;

  • Missa Solemnis: Bir ayin duası olarak yazılan bu eser için İslam dünyasında okunan mevlitle eş değer olduğunu söyleyebiliriz. Katolik kiliselerde kutsal ekmeğin yenip, kutsal şarabın içildiği 6 bölümlük bir duadır. Birçok müzik otoritesi Missa Solemnis için müzik tarihinde yazılmış, okunması en zor eserlerden biri tanımlamasını yapmaktadır.
  • Egmont Overture: Goethe‘nin ünlü tiyatro oyunu Egmont için yazılmış olan bir bestedir. Üvertür (overture) opera ve müzikallerin başındaki giriş müziğinin adıdır. Goethe’nin oyununa sadık kalınarak 8 bölümden oluşmaktadır.
  • 7. Senfoni: 4 bölümden oluşan eser 1812 yılında yazılmıştır. Hayatı boyunca zorluklarla, kadınlarla yaşadığı sıkıntılarla boğuşan Beethoven’in içindekilerinin dışavurumu olarak yorumlanmaktadır. Sıkıntıyı en doğru ve kusursuz şekilde anlatan müzik eserlerinden biri olarak kabul edilir.
  • Grosse Fuge: İşitme probleminini yeni çıktığı zamanlarda, kendini içkiye, kadına ve kokaine verdiği dönemde yazdığı eseridir. Anlamı ve maksadı bugün bile anlaşılamayan eseri, %10 hata ile çalabilen orkestralar bile başarılı kabul edilmektedir. Yani öylesi zor bir yapıttır.
  • Für Elise: Bu eserin giriş kısmını sanırım hepiniz bilirsiniz. Okullarda kullanılan zillerden veya eski telefonlarımızda kullandığımız melodiden hatırlayacaksınızdır. Alman soprano Elisabeth Röckel için yazılmıştır.
  • Kreutzer Sonata: Kreutzer, unutulmaz Rus edebiyatçı Tolstoy‘a ait bir romandır. Beethoven bu eserinde, büyük bir tutkuyla bağlandığı kardeşinin karısına duyduğu aşkı haykırmaktadır. Yaylı ve piyano ile çalınan eserde, keman kadını piyano erkeği temsil etmektedir.
  • 3. Senfoni: Müzik tarihinde çağ açmış bir eser olarak kabul edilir. Napolyon Bonapart‘ın iktidarı ele geçirip, yeniden diktatörlük ilan edilene kadar yazılmış en kusursuz eser olarak görülmektedir. 12 Eylül darbesinde çalınması yasaklanmış olan 3. Senfoni, dünyadan uzaya gönderilen ilk müzik eseri olma özelliğini taşımaktadır.
  • Ay Işığı Sonatı: Beethoven’in 1801 yılında, Viyana’da yaşadığı dönemde bestelediği eseridir. Bu eser hakkında çok dikkat çekici yorumlar bulunuyor. Çalınmasının birçok piyaniste göre orgazmla eş değer olduğu bunlardan sadece biridir. Sanatçının ilk aşkı olan bir kontesi anlatmaktadır. Beethoven soylu bir aileden gelmediği için kontesle evlenemez ve üzüntüden kendini eve kapatır. İşte bu buhran döneminde de bu harikulade eser ortaya çıkar.
  • 9. Senfoni: Ve elbette Beethoven’in hepimizin bildiği, unutulmaz eserlerinden biridir 9. Senfoni. Sonunda insan sesi içeren tek senfonidir. Avrupa Birliği’nde “barışı ve kardeşliği” temsil eden marş olarak kabul edilmektedir. Eserin en önemli özelliği ise bestelendiği sırada, Beethoven’ın iki kulağında da %100 işitme engelinin bulunmasıdır.
  • 5. Senfoni: Giriş müziği bir meydan okumayı andıran 5. Senfoni de, ünlü bestecinin en tanınan ve ünlü eserlerinden biridir. Hayatın ona sırt çevirdiğini düşünen Beethoven’ın herkese karşı duyduğu öfkesini ve mücadelesini anlattığına inanılır. Bu bestesi ile; hayatına giren kadınlara, ailesine, çok sevdiği Mozart’a, işitme engeline, kısaca kaderine duyduğu öfkeyi anlatmaktadır.

Mahatma Gandhi Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Hindistan’ın milli lideri olan Mahatma Gandhi, ülkesinde Mahatma Mübarek lakabı ile anılmaktadır. 1869 yılında doğmuş olan lider, ticaret yapan ünlü bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Soylu bir aileden gelen babası, aynı zamanda Porbandar şehrinin başpapazı görevindeydi.

Gandhi, Hintli düşünce adamı ve pasifist bir siyasetçi olarak kulaklara küpe olacak birçok söz söylemiştir. Bunlar arasında en çok bilinenlerden birisi; “Şiddet göstermeme, inancımın ilk maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikatımın da son maddesidir.” olmuştur.  1919-1948 yılları arasındaki İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint milli hareketinin başlaması açısından en önemli lider niteliğindeydi.

Mevlana Celaleddin-i Rumi Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Gandhi’nin ideolojisinin temellerini şu şekilde nitelendirebiliriz; şiddet karşıtlığı, dinlere saygı ve teknoloji karşıtlığı, uzlaşmacılık, çilecilik, Asya milliyetçiliği, pasifizm, sivil itaatsizlik, Hinduizm akımının dinsel mistik öğeleri oluşturur.

Mahatma Gandhi Kimdir?

Mahatma Gandhi Kimdir?

1869 yılında Batı Hindistan’da Ortodoks bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelmiş olan Gandhi, Hindistan’ın milli ve siyasi lideri olarak tanınmaktadır. Yaşamı boyunca tüm amacı hintlileri içinde bulundukları zor şartlardan kurtarmak olmuştur. Adeta kendini bu amacına adamış olan Gandhi, şiddetin olmadığı yöntemlerle Güney Afrika devletine karşın mücadele içinde olmuştur. İçinde bulunduğu mücadele nedeniyle çoğu zaman işkence edilmiş olsa da inandığı mücadelesine her defasında kaldığı yerden devam etmiştir.

Mahatma Gandhi’nin Hayatı

Mahatma Gandhi’nin Hayatı

Babası Karamçand Gandhi, porbandar şehrinin baş veziriyidi. Annesi Putlibai Hindu idi ve oldukça dindar bir kadındı. Gandhi’nin yetişme tarzında annesinin dindar kimliği oldukça etkili olmuştur. Annesinin sayesinde daha çok küçük yaşlarda diğer canlılara zarar vermeme, et yememe ve arınma oruçları gibi ibadetlere yönelmiştir. Henüz 13 yaşında iken anne ve babasının talebi üzerine Kasturba Makhanji ile evlenmiştir. Eşi de kendisi gibi 13 yaşındaydı ve bu evliliklerinden 5 çocukları olmuştur.

Gandhi’ye üst düzey disiplinli bir eğitim vermeye çalışan babası, henüz 13 yaşında iken oğlunu evlendirmesi sonrasında, 18 yaşında eğitim için Londra’ya gitmeyi tercih etmiştir. İngiltere’de bulunduğu süre zarfında kendini İncil ve diğer dinlerin kitaplarını okumaya vermiştir. Ayrıca felsefe kitaplarına olan ilgisi de büyüktür. Bu sebeple fikirlerinin büyük bölümü bazı felsefi düşüncelerin etkisi altında kalmıştır.

Tüm yaşamını insanlık için adamış olan Gandhi, 30 Ocak 1948’de Yeni Delhi’de kendisine yapılan bir suikast ile hayatını kaybetmiştir. Hindistan hükümetinin Gandhi tarafından zayıflatıldığını düşünen bir Hindu tarafından gerçekleştirilen suikast sonucunda ünlü Hindistan liderinin külleri küçük kaplar eşliğinde Hindistan’ın birçok bölgesine gönderilmiştir. Geride bıraktığı muazzam yaşamına dair izler ve felsefi düşüncelerini içeren sözleri ise günümüz insanları için oldukça değerli birer miras niteliğindedir.

İş için gönderildiği Güney Afrika’da yerli halk ile batılı beyaz halk arasında büyük ırk ayrımı yapan İngiliz ve Hollanda hükümeti Gandhi’nin en büyük düşmanları arasındaydı. Tüm bu uğraşlarının sonucunda 1914 yılında Güney Afrika Birliği Hükümeti ile Gandhi arasında Hint halkının sosyal haklarını artıran bir anlaşma imzalanmıştır. Bu sırada işinin kazancı çok olmasına karşın Güney Afrika’daki işinden ayrılarak tekrar Hindistan’a dönmüştür. Burada siyasete ilk adımını attı. Ancak savunduğu fikirler bazı Hint kesimi tarafından kabul görmemiştir.

Ahmedabad şehrine yerleşen Gandhi, yerli halkın kendi kendini yönetebilmesi fikrine alıştırmaya çalışmıştır. Jallianwalla katliamı sonrasında halkın haklarını kısıtlayan kanunlarının olacağını duyan Gandhi, tüm arkadaşlarının devlet hizmetinden ayrılmalarını sağlayarak pasif direniş gerçekleştirmelerini istemiştir. Direnişi sırasında vücuduna sadece beyaz bir bez saran ve tek besin kaynağı olan keçi sütü ile direnişini sürdürmüştür.

Yezidiler (Ezidiler) Kimdir? Yezidi Dini Nedir? Hakkında Bilgi

Önceleri Gandhi’nin bu haline gülen İngilizler, zamanla amacından ve ideallerinden vazgeçmeyen adamı takdir etmeye başlamışlardır. Bu olayların üzerine 1922 yılında cezaevine giren Gandhi, sağlık sorunları nedeniyle ameliyatının ardından serbest kalmıştır.

Bütün Hindistan Milli Kongresi’nin başkanı seçilmesine rağmen sıkça hapse atılmıştır. Ancak yine de yaşamının sonuna kadar Hindistan’ın milli savunucusu olma vasfından vazgeçmemiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Gandhi’nin doğum günü olan 2 Ekim gününü “Dünya Şiddete Hayır Günü” olarak ilan etmiştir.

Gandhi’nin İlkeleri Nelerdir?

Gandhi'nin İlkeleri Nelerdir?

Yaşamını doğruluk üzerine adamış olan Gandhi, geride birbirinden değerli söz ve ilklerini bırakmıştır. Doğruluk Tanrıdır sözleri ile doğruluğun önemini vurgulayan Hindistan milli lideri, sürekli hatalardan ders çıkarmayı bilerek doğruluktan ayrılmamıştır.

Siyaset alanında pasif direniş ilkesini gerçek anlamda uygulayabilen tek lider vasfına sahip olan Gandhi, Hindistan tarihi için etkili bir ilkeyi hayata geçirmiştir. Et yemezlik ilkesi ise Gandhi’ye göre sağlıklı olduğu kadar ekonomik yönü ile de ağır basan düşüncelerinden biridir. Bu düşünce tarzı ile annesinin dindarlığı nedeniyle tanışmıştır. Yaşamı boyunca batı stilinden uzak bir tarz benimsemiş olan Gandhi, her konuda sadelikten yana olduğunu her fırsatta dile getirmiştir.

Gandhi’nin hayat ideolojilerini yansıtan en ünlü sözü; “Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin;davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin;alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin;değerlerinize dönüşür. Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür. Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…”

Magahtma Gandhi’nin insanlığa öncülük eden ilkeleri ve özellikleri şu şekildedir;

Doğruluk

Hayatını Satyayani doğruluğu bulmaya adayarak kendi İnançlarını “Doğruluk Tanrı’dır” olarak özetlemiştir.

Pasif Direniş

Pasif direniş, herhangi bir eylem ve hareket icra etmeden uygulanan, Hindistan için çok eski ve önemli bir eylem niteliğindedir. Fakat bu düşünceyi siyaset boyutunda ilk uygulayan kişi Gandi’dir.

Et Yemezlik

Annesinin dindar olması sonucu bu ilkeyi benimsemiştir. Daha sonra kendi araştırmaları sonucunda Gandhi’nin hayat felsefesine dönüşmüştür. Ona göre bu beslenme şekli insan vücuduna faydalı ve çok düşük gelir seviyesine sahip olan Hindistan için de ekonomik amaca hizmet ederek kendi felsefesiyle de örtüşmektedir.

Brahmaçarya

Bu ilke Gandhi’nin başına gelen üzücü bir olay sonucu edinilmiştir. Gandhi 16 yaşında iken babası hastalanmış ve yatalak olmuştur. Tüm hastalık sürecinde babasının başında bekleyen ve bakımını üstlenen kendisi olmuştur. Bir gece amcası Gandhi’ye dinlenmesi gerektiğini söylemiş babasının bakımını üstlenmiştir. Odasına geçen Gandhi, üzüntüsüne rağmen bedenine engel olamamış ve karısıyla birlikte olmuştur. Kısa bir süre sonra babasının vefat ettiğini öğrenen Gandi, büyük bir suçluluk ve utanç duymuş ve 36 yaşında cinsellikten vazgeçmiştir. Ona göre Brahmaçarya, “Duyguların düşünce, söz ve eylemde kontrolü” anlamına gelmekte ve sevmeyi öğrenmenin bir çeşit zorunluluğu haline gelmiştir.

Sadelik

Batı tarzı yaşam stili Gandhi’ye göre savurganlık ve gereksiz harcama anlamına gelmektedir. Bu yaşam tarzını bırakarak ve gereksiz harcamalarını keserek sade bir yaşam biçimini benimsemiştir.

İnanç

Hindu olarak doğup öyle yaşamıştır. Yaşamı boyunca tüm dinler hakkında araştırmalar yapmış Budizmi, Hinduizmi İslamiyeti ve Hristiyanlığı incelemiştir. Tüm dinlerin bir amaca hizmet ettiğine ve haklı yönlerine inanmış ancak Hinduizmin ruhunu arındırdığını, kendisini huzura kavuşturduğunu savunmuştur.

Mahatma Gandhi Hakkında Bilinmeyenler

Mahatma Gandhi Hakkında Bilinmeyenler

Lider ruhlu ve başarılı bir devlet adamı olmasına karşın kendisini oldukça çekingen ve utangaç olarak tanımlayan Gandhi, okul yaşamı boyunca arkadaşlarından ve okuldan kaçmıştır. Yardımseverliği ile de oldukça ön planda olan bir kişiliktir.

Günün birinde tren rayları arasında kalan ayakkabı tekinin üzerine, diğer ayakkabısını da bulan kişinin işine yaraması için tren raylarının arasına bırakmıştır. Ayrıca ilk öğretmeninin İrlandalı oluşu, Gandhi’nin de İrlanda aksanı ile İngilizce konuşmasına neden olmuştur. Güney Afrika’daki yaşamı sırasında yıllık geliri yaklaşık 15 bin dolar civarındadır.

Lord Byron (George Gordon) Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Bu makalemizde sizlere dünya edebiyatında çok öenmli bir yere sahip olan, unutulmaz şiirlerin sahibi İngiliz şair George Gordon Byron, namı diğer Lord Bryon ve hayatı hakkında bilgiler vermeye çalışacağız. Gelmiş geçmiş en büyük İngiliz şairlerinden biri olarak görülen Lord Byron, romantizm akımının önde gelen temsilcilerindendir. Lord Byron’ın bu denli ünlü olmasının en büyük nedeni sevimli hayat tarzı ve İngilizceyi son derece akıcı bir edebi üslupla kullanabilmesidir.

Dile hakimiyeti öyle bir seviyededir ki, adeta sözcüklerle dans eder. Hiç şüphesiz kendisini bu denli ünlü kılan en önemli özelliği söz cambazlığı konusundaki ustalığıdır. Kelimelerin yerlerinde ufak değişiklikler yaparak cümleler kurmayı seven Byron, ustalık döneminde pek çok eserini bu tür oyunlarla süslemiştir. Ona göre keyif bir günahtır ve bu nedenle bazen günah keyif olabilir.

Laurence Sterne Kimdir? Hayatı ve Eserleri

1788’de doğan Lord Byron, 19. yüzyılın başlarında İngiltere’nin Romantik Hareketi’nin önde gelen isimlerinden biriydi. Özellikle cinsel kimliği ile alışılmadık bir yaşam tarzına öncülük ettikten ve büyük miktarda duygu-heyecan verici edebi eser ürettikten sonra Byron, Yunanistan’da henüz genç yaştayken, romantik maceralarının peşinde koşarken vefat etmiştir. Şimdi sizlere, Lord Byron’un kısaca hayatı, edebi kişiliği ve eserleri hakkında detaylı bir bilgi sunacağız.

George Gordon Byron (Lord Byron) Kimdir?

22 Ocak 1788’de, George Gordon Byron (daha sonra “Noel” adını ekledi) ismiyle doğan Lord Byron, hızla solgunlaşan aristokrat bir aileden altıncı nesil Baron Byron’du. Henüz ufak yaştayken genç George, onu terk eden bir babaya, şizofrenik bir anne ve onu kötüye kullanan bir hemşireye dayanmaya çalışıyordu. Sonuç olarak, disiplininden ve ılımlılık duygusundan yoksundu, oysa bunlar tüm hayatı boyunca sahip olduğu özelliklerdi.

1798’de, 10 yaşındayken, büyük amcası William Byron’ın unvanını miras aldı ve resmi olarak Lord Byron olarak tanındı. İki yıl sonra Londra’daki Harrow Okulu’nda öğrenim görmeye başladı. 1803’te Byron uzaktaki kuzeni Mary Chaworth’a derinden aşık olmuş ve bu karşılıksız tutku “Hills of Annesley” ve “Adieu” da dahil olmak üzere birçok şiirinde yer bulmuştur.

Lord Byron, inanılmaz yetenekli kalemi, şiirleri ve kişiliği ile o dönemde Avrupalıları büyük ölçüde etkileyen bir isim olmuştur. Dünyaya geldiğinde bir ayağında sakatlık sorunu olan Byron, çocukken annesi ile birlikte İskoçya’nın Aberdeen kentine giderek, burada çok zor şartlar altında, bir pansiyonda yaşamaya başladılar. Sakatlık sorunu nedeniyle okul hayatında sıkıntı yaşayan Byron, çok hassas bir kişiliğe sahip olduğu için bu dönemlerinin oldukça mutsuz geçtiği bilinmektedir.

George Gordon Byron’un Hayatı

Byron, 10 yaşına geldiğinde amcasının hem mirası hem de “Lord” unvanı ona kaldı ve bu tarihten sonra bu isimle anılmaya başlandı. Bu olaydan sonra yeniden İngiltere’ye dönen anne oğul, bir süre manastırda yaşadıktan sonra hayatları yavaş yavaş düzene girmeye başladı. Lord Byron, hemen özel hocalardan ders almaya başladı, bu süreçte sakat ayağı için de bir doktordan tedavi görüyordu.

Ancak Byron’un tedavi aldığı doktor yeterince iyi değildi. Avukatı John Hanson, Byron’u Londra’ya götürdü ve burada daha kapsamlı bir tedavi görmesini sağladı. Önce ayağına protez takıldı, hemen ardından da burada bir okulda eğitim hayatına başladı. 1801 yılında Harrow’a giden Byron, okulda kendinden küçük çocuklarla kurduğu duygusal bağ ile şiir yazmaya başladı. Bu bağın aynı zamanda cinsel kararsızlığının da temelleri olarak görüldüğü biliniyor.

İlerleyen yıllarda Cambridge ve Yunanistan’da farklı dönemlerde yaşadı. Bu yıllarda cinsel kararsızlığının daha çok yoğunlaştığı da George Gordon Byron hakkında edindiğimiz bilgiler arasında yer alıyor. Bir süre uzak akrabalarından biri olan Mary Chaworth ile flört etti ancak bu ilşki, kadının bir süre sonra sıkılması üzerine son buldu. Bunun üzerine Byron, hüzünlü ve ulaşılmaz aşkları anlatan şiirler kaleme almaya başladı.

1805-1808 yılları arasında Byron, Trinity College‘a aralıklarla devam etmiştir. Okuldan uzak durduğu esnada birçok cinsel deneyim yaşamaya devam etmiş ve tüm bu cinselliği bir kaçış olarak görmüştür. Bu süre zarfında derin borçlanmalar da yaşayan Byron, kumar gibi pek hoş olmayan hobiler edinmeye başlamıştır. Haziran 1807’de John Cam Hobhouse ile kalıcı bir dostluk kurdu ve liberal siyasete başladı.

Lord Byron, edebi topluluğa zeka ve hicivle saldırdı. Bu saldırı ona ilk edebi tanınmayı kazandırdı. 21 yaşına gelen Byron, Lordlar Kamarası‘na yerleşti. Yine aynı yıl, İngiliz Ozanlar ve İskoç Eleştirmenler başlıklı, imzasız bir yergi yayımladı. Bir yıl sonra John Hobhouse ile Portekiz, İspanya, Malta, Arnavutluk, Yunanistan ve Türkiye’yi de ziyaret eden, Akdeniz ve Ege Denizi üzerinden büyük bir tura başladı.

1809 yılında Güney Avrupa’ya ve Yakın Doğu ülkelerine bir gezi düzenledi. Daha sonra İspanya’yı geçerek Cebelitarık Boğazı‘ndan Malta’ya ulaştı. Burada da sonu hüsranla biten bir aşka yelken açtı. Evli bir kadına aşık olan Lord Byron, onun uğruna bir düelloya kalkıştı. İlhamla dolu olan yolculuğu sırasında, genç bir adamın yabancı topraklarda seyahat etmeye yönelik düşüncelerinin yola çıkarak  4 ciltlik “Childe Harold’s Pilgrimage”ı yazmaya başladı.

Oscar Wilde Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Lord Bryon, 1823 yılında Yunanlıların Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlarına katılmak maksadıyla, özel olarak bir gemi kiraladı ve Cenova’dan ayrıldı. Yunanistan’ın batısında yer alan Kefalonya Adası’na gideek buraya yerleşti. Kendi servetinden 4 bin sterlini Yunan ordusuna yolladığı ve donanmaya katkı sağladığı da Byron hakkında ulaştığımız bilgilerden biri.

Byron, 19 Nisan 1824’te, 36 yaşında öldü. Ölümü ise bir soyluya yakışmayacak şekilde hazin ve üzücü olmuştur. Byron, humma hastalığına yakalandı ancak doktorlar ona sülük tedavisi uyguladı. Şakaklarına yapıştırılan sülükler çok fazla kan emince, Lord Byron yanlış tedavi sonucunda hayata veda etmiş oldu. Bazı kaynaklar ise bakımsızlıktan öldüğünü yazmaktadır.

Ölümünün ardından İngiltere’de ve Yunanistan’da bir kahraman haline geldi. Cesedi İngiltere’ye geri getirildi, ancak din adamları, tanınmış kişilerin yer aldığı bir mezarlık olan Westminster Abbey’e Byron’u gömmeyi reddetti. Bunun yerine, Newstead yakınlarındaki aile mezarlığına gömüldü. 1969’da, sonunda Westminster Manastırı‘nın zeminine Byron adına bir anıt yerleştirildi.

George Gordon Byron’un Eserleri

1811 Temmuz’unda, Byron annesinin ölümünden sonra Londra’ya dönerek, annesinin kötü bir ebeveyn olmasına ve tüm başarısızlıklarına rağmen derin bir yas tuttu. Londra toplumu tarafından övgüler alan Byron’u “deli, kötü ve tehlikeli” olarak nitelendiren tutkulu ve eksantrik Lady Caroline cesaretlendirdi.

1813 yazında, Byron, aslında evli olan üvey ablası, Augusta ile samimi bir ilişki içine girdi. Bu aşk ilişkileri sonucunda yaşadığı karmaşa ve suçluluk, bir dizi karanlık ve pişmanlık şiirleri olan “Giaour”, “Abydos’un Gelini” ve “The Corsair”i meydana getirdi. Ekim 1816’da Byron ve John Hobhouse İtalya’ya gitti. Yol boyunca birkaç kadınla yaptığı şehvetli ilişkilerini ve bu deneyimleri en büyük şiiri “Don Juan” da betimledi.

Şiir, “Childe Harold” un melankolisinde esprili ve hicivsel bir değişiklikti. Aynı zamanda Byron’un kişiliğinin diğer taraflarını ortaya koydu. Ölümünden önce 16 dörtlük yazmıştı ve şiiri yarım bıraktı. Lord Byron’un roman, şiir ve öykü tarzında yazdığı eserleri toparlayacak olursak; Aylaklık Saatleri, Korsan, Kabil, Mazeppa, Gavur-Bir Türk Masalından Bir Parça, Beppo, İki Foscari ve Don Juan’dır.


Oscar Wilde Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Dorian Gray isimli kitabının önsözünde yer alan bir kısım ile başlayalım Oscar Wilde’ın biyografisini anlatmaya; “Sanatçı, güzel şeylerin mimarıdır. Sanatın gayesi, sanatçıyı gizlemek, sanatı gün yüzüne çıkarmaktır. Eleştirmen ise, sanatı bir başka biçime dönüştüren yahut güzel şeylerin kendisinde bıraktığı izlenimi, yeni bir vasıtayla ifadeye kavuşturan kişidir.”  der usta yazar.

Hayatı boyunca inandıklarından vazgeçmeyen, kendine rehber aldığı ideolojiler doğrultusunda yazan, döneminin en başarılı yazarlarından biri Oscar Wilde… Sosyalizm düşüncesini destekleyen Oscar Wilde özgürlükçü düşüncelerini kaleme aldığı eserleriyle insanlara ulaştırmayı amaçlamış ve başarmıştır. Gerek giyim tarzı, gerek yaşam şekliyle birçok kesim tarafından eleştirilere maruz kaldı.

Voltaire Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Biseksüel olması ya da olduğu varsayılması hakkında birçok asılsız haberlerin çıkmasına neden olmuştur. 1895 yılında bahsettiğimiz yaşam tarzı sebebiyle hapis cezasına çaptırılan ünlü yazarın hayatı bu olaydan sonra büyük ölçüde sarsıldı. Çocukları soyadını değiştirmeyi tercih etti. 2 yıl süren hapis hayatı sona erdikten sonra oldukça zor şartlarda bir hayat sürmeye başlayan Wilde, 30 Kasım 1900 tarihinde, Paris’in en kötü otellerinden birinde ölü olarak bulundu.

Oscar Wilde Kimdir?

Oscar Wilde Kimdir?Tam adı O’Flahertie Wills Wilde’dır. 16 Ekim 1854 yılında İrlanda’nın Dublin kentinde dünyaya gelmiştir. Sadece 46 yıl yaşamıştır ancak ismi dünya literatüründe bir asırdan fazladır altın harflerle yaşamaktadır. 30 Kasım 1900 yılında Paris’te hayata gözlerini yummuştur. Onu tanımlarken; şair, öykü, oyun ve roman yazarı ifadelerini kullabiliriz.

Oscar Wilde’ın üç tanesi gayrimeşru olmak üzere beş kardeşi vardır. Babası döneminin tanınan doktorlarından biri olan William Wilde, annesi ise devrimci hareketleri savunan Jane Francesca Elgee‘dir. Babası Sir William Wilde, dönemin en tanınmış göz doktorlarından biriydi. Mesleğindeki üstün başarılar dolayısıyla 1864 yılında “Şövalye” unvanına layık görülmüştür. Annesi ise şair Francesca’dır. Francesca devrin İrlandalı devrimcilerinin ilgiyle takip ettiği bir yazardır.

Döneminin en büyük yazarlarından biri olan Oscar Wilde, kaldığı otelin duvarına “Ya bu duvar kağıtları bu odadan gider, ya da ben giderim!” yazmıştır ve menenjit hastalığı nedeniyle hayata veda etmiştir.  Usta kalem, hem iğneleyici hem de gözlemlere dayalı yazdığı eserleri ile çağının en dikkat çekici yazarlarından biri olmuştur. Onun dikkat çekmesindeki diğer unsur ise cinsel tercihidir. Oscar Wilde denince akla edebi kimliğinin hemen ardından cinsel tercihleri ve bu sebeple aldığı cezalar gelmektedir.

Oscar Wilde’ın Hayatı

Oscar Wilde’ın HayatıOscar Wilde, 9 yaşına kadar hiçbir okula kaydolmamış, dokuz yaşına geldiğinde ilk kez eğitim hayatına atılmıştır. İlk kayıt yaptırdığı okul, Portora Kraliyet Okulu’dur. Portora Kraliyet Okulu’ndan mezun olduktan hemen sonra Oscar Wilde, Dublin’de bulunan Trinity Koleji’nde eğitimine devam etmiştir. O dönem Trinity Koleji’nin verdiği en büyük ödül olan Berkeley Altın Madalyası‘nı, Oscar Wilde kazanmıştır.

Aynı zamanda, Oxford Üniversitesi’ne bağlı olarak eğitim veren Magdalen Koleji’nden de burs kazanmıştır. O dönem edindiği sanat anlayışı, hayatı sanata yaklaştırmak olan “Estetik Sanat Anlayışı Akımı”dır. Hayatı boyunca bu akımın ilkelerini sürdürmeye devam etmiştir. Yazmış olduğu Ravenna şiiri dolayısıyla, kendisine Newdigate Ödülü verilmiştir. Bu ödülü aldığı zaman takvimler 1878 yılını gösteriyordu.

Kazandığı bursun ardından Oxford’da okumaya başlayan Oscar Wilde, buradan mezun olduktan sonra tekrar Dublin’e dönmüş ve orada iken Florance Balcomb ile tanışmıştır. Çok kısa bir süre içerisinde de ona aşık olduğunu fark etmiştir. Ama Florance Balcomb, Oscar Wilde ile değil de, Yazar Bram Stoker ile evlenmeye karar vermiştir. Sene 1878’dir.

Bu olaydan derinden etkilenen Oscar Wilde, hemen İrlanda’yı terk etmiştir. Daha sonra ömrü boyunca İrlanda’ya sadece 2 kez gelmiştir ve her iki ziyaret de kısa süreli ziyaret amaçlıdır. Oscar Wilde, İrlanda’yı terk ettikten yaklaşık 6 yıl sonra 1884 yılında Londra’dayken, Constance Llyold isimli bir bayan ile aşk yaşamıştır. Constance Llyold, kraliçenin danışmanlık görevini üstlenen Horace Llyold’un kızıdır. Aynı yıl evlenmişlerdir.

Oscar Wilde, eşi Constance Llyold’un her ay kazandığı iki yüz elli sterlin maaştan dolayı, hayatını büyük bir lüks içinde geçiriyordu. 1885 yılında bir çocukları oldu. Ona Cyril adını verdiler. Bir yıl sonra bir çocukları daha oldu. Ona da Vyvyan adını verdiler. Ne yazık ki 3 sene sonra Constance, bel kemiği ameliyatı olduğu sırada zamansız bir şekilde hayatını kaybetti. Oğulları Cyril de, Birinci Dünya Savaşı devam ederken, Fransa’da savaştığı esnada öldürüldü. Küçük çocukları Vyvyan ise çevirmenlik ve yazarlık yaparak geçimini sürdürüyordu. 1954 yılında, kendi anılarını yazdığı bir kitabı yayımlandı.

Oscar Wilde’ın giyim tarzı o dönem hep göz önünde olmuştur çünkü o dönem giydiği elbiseler erkeklerdeki dişiliği ortaya çıkartıyordu. Ünlü eleştirmenlerden Higginson, Unmanly Manhood adlı gazetede yayımlanan bir yazısında, Oscar Wilde’nin giyim tarzından etkilenen erkeklerin hem züppeleşeceğini hem de feminenleştirileceğini yazmıştı. Ayrıca Oscar Wilde’ın toplumu ahlaksızlaştıracağını ima etmişti.

Hakkında yapılan tüm olumsuz eleştirileri görmezden gelen Oscar Wilde, hayatı kendi istediği şekilde yaşamaya devam etmiştir. Hayatı boyunca inandığı ideoloji sosyalizmdi. İnsanların özgürleşme ihtiyacının önemine değinen Oscar Wilde, Sonnet To Liberty şiiriyle büyük yankı uyandırdı. Ancak kanlı eylemleri değil; pasif eylemleri tercih ediyordu. Bir yazısında aynen şu cümleleri kullanmıştır: “Özgürlük kanlı elleriyle geldiğinde onunla el sıkışmak zor olacak.”

Oscar Wilde, 1895 yılında fiili livata suçlamasıyla hapis cezasına çarptırıldı Bu olayın ardından çocukları soy adını değiştirerek Holland soy adını aldılar. Hapisteyken arkadaşı Douglas’a mektuplar yazmış ancak gönderememişti. (Oscar Wilde öldükten sonra bu mektuplar biraz daha kısaltılarak “Oscar Wilde’ın Mektupları” adıyla yayınlandı.)

Johann Sebastian Bach Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Oscar Wilde, 1897 yılında hapisten çıktı. Ancak hapisteyken yaşadığı olaylar ve hapse girmesine sebep olan suçu, yazarın bundan sonraki hayatını yokluk içinde geçirmesine sebep oldu. Fakat bu yokluğa rağmen yazmaktan vazgeçmeyen Oscar Wilde, “Reading Zindanı Baladı” adlı oyununu bu yokluk günlerinde yazdı.

Ölmeden önceki son dönemlerinde kaldığı Hotel d’Alsaceta, Paris’in en fakir otellerinden biri olarak bilinmektedir. Öldüğü zaman yanında otelin sahibi ve bir de papaz bulunuyordu. Ve onlara ölmeden önce şu ünlü sözünü söylemişti: “Ya bu duvar kağıtları bu odadan gider, ya da ben giderim!”

30 Kasım 1900 tarihinde hayata veda eden Oscar Wilde, vefatının ardından önce Cimetiere de Bagneur mezarlığına defnedildi. Ardından, sanat severler tarafından mezarı ünlü Pere Lachaise Mezarlığı’na taşındı. Mezar taşları, erkek melekler ile süslendi. Bunda, yazarın biseksüel olmasının da etkisi vardır. Mezar taşına hayranlarının öpücük izi bırakması bir gelenek halini aldı ve hala mezarından öpücük izleri bulunmaktadır.

Oscar Wilde’ın Eserleri

Oscar Wilde’ın EserleriOscar Wilde’ın ilk şiir kitabı olan Poems 1881 yılında basıldı. Aynı yıl Amerika’ya yerleşen Wilde, burada kaldığı dokuz aylık süre boyunca 140’tan fazla konferans verdi. Vera adlı oyununu bu dönemde yazan unutulmaz isim, 1887 yılında Dünyanın Tek Gerçek Hayaleti adlı eserini kaleme aldı. En ünlü eserlerinden biri olan Dorian Gray’in Portresi 1891 yılında kitap haline getirildi. Oscar Wilde’ın oyun ve şiir olmak üzere birçok eseri bulunmaktadır. Bunların en bilinenleri ise şunlardır;

  • Vera veya Nihilistler (1880)
  • Padova Düşesi (1883)
  • Dünyanın Tek Gerçek Hayaleti (1887)
  • Şu Bizim Hortlak (1887)
  • Narlı Ev (1891)
  • Lady Windermere’nin Yelpazesi (1892)
  • Ehemmiyetsiz Bir Kadın (1893)
  • Salome (1893)
  • İdeal Bir Koca (1895)
  • Ciddi Olmanın Önemi (1895)
  • Kutsal Metres (1894)
  • Mutlu Prens (1888)
  • Bir Floransa Trajedisi (1894)
  • Ravenna (1878)
  • Reading Zindanı Baladı (1898)
  • De Profundis
  • Sosyalizm ve İnsan Ruhu
  • Yalanın Yozlaşması
  • Mürver Ağacı

Agatha Christie Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

“Polisiye edebiyatın kraliçesi” olarak bilinen Agatha Christie, yazdığı her eser çok büyük bir okur kitlesine ulaşmış başarılı bir yazardır. Yazdığı kitapların birçoğu beyaz perdeye uyarlanmıştır. 1890 yılında doğmuş İngiliz asıllı bir yazar olan Agatha Christie, popüler edebiyatın en önemli temsilcileri arasında sayılmaktadır. Ayrıca Hercule Poirot dedektif karakterinin yaratıcısı özelliğini taşımaktadır.

Babasını çok küçük yaşlarda kaybetmenin ardından ünlü yazarı annesi evde tek başına büyütmeyi tercih etmiş ve bu nedenle yalnız bir çocukluk dönemi geçirmek durumunda kalmıştır. Bu sırada henüz çok küçük yaşlarda öykü denemeleri yazmaya başlamıştır. 16 yaşında Paris’te şan eğitimi alması için gönderilmiş olsa da, şan eğitimi almayı istemeyerek vazgeçmiştir.

Victor Hugo Kimdir? Hayatı ve Eserleri

İlk öykü denemeleri duygusal konuları içeren öyküler olmuştur. 1914 yılında Archibald Christie isimli bir doktorla evlenmesinin ardından tekrardan Fransa’ya yerleşmiştir. Evliliğinin ilk yıllarında sürekli dedektif öyküleri okuyarak vaktini geçiren İngiliz yazar, okuduklarının daha iyilerini yazabileceğini düşünerek ilk polis romanı özelliği taşıyan The Mysterious Affair at Styles’ı yazmıştır. Bilgihanem okurları için özel olarak hazırlanan bu yazıda Agatha Christie hakkında merak ettiğiniz her şeyi bulabilirsiniz.

Agatha Christie Kimdir?

Agatha Christie Kimdir?Agatha Christie 15 Eylül 1890 tarihinde,  Birleşik Krallık’ta dünyaya gelmiştir. Babası Frederick Alvah Millet, annesi Clarissa Miller’dır. Babasını çok küçük yaşta keybeden Christie annesi tarafından büyütülmüştür. Yazdığı eserleri dünya çapında yüz binlere ulaşan ünlü yazarlardan biri olan Agatha Christie, okula gönderilmeyip okul eğitimini evde annesi tarafından almış bir yazardır.

Çok küçük yaşlarda öykü yazmaya başlayan Agatha, 16 yaşındayken şan eğitimi almak için Paris’e gönderilmiştir. Fakat burada çok fazla kalamayarak, yeniden ülkesine dönmüştür. 24 yaşına geldiğinde Archibald isimli beyfendiyle evlenip bir kez daha Fransa yolcusu olmuştur. Burada yaşadığı süre boyunca sürekli dedektif romanları okuyan Agatha, kendisinin bunlardan çok daha iyilerini yazacağını düşünmüş ve eline kalemi almıştır. Sonrasında da 113’ten fazla dile çevrilen, en iyi polisiye kitapları arasında yer alan birçok eserin yaratıcısı olmuştur.

Doktor olan ilk eşinden boşandıktan sonra arkeolog Sir Max Mollowan’la evlenip, eşi ile birlikte arkeolojik gezilere katılmıştır. Bu sırada polisiye romanı yazarı olma özelliğinden biraz da olsa sıyrılarak romantik tarzda kitaplar da yazmaya başlamıştır. Bu eserlerini genellikle Mary Wesmacott takma adıyla yayınlamıştır. 86 yaşında İngiltere’de yaşamını yitirdikten sonra otobiyografi çalışması ölümünün ardından yayınlanmıştır. Kendine özgü kalemi ile yazdığı eserler oldukça ilgi gören bir yazar olarak yaşamını kaybetmiştir.

Agatha Christie’nin Hayatı

Agatha Christie'nin HayatıDünya edebiyatında önemli polisiye romanları ile yer edinmiş olan Agatha Christie, birçok eseri ile günümüzde halen okunmaktan keyif alınan bir yazar özelliğini korumaktadır. Hercule Poirot isimli dedektife yönelik yazdığı polisiye romanları sayesinde, büyük ölçüde ün kazanmıştır. Ayrıca kadın bir dedektif karakterinin de yaratıcısı olan Christie, Miss Marple ismini verdiği yaşlı bir dedektif karakterine de eserlerinde yer vermiştir.

İkinci eşi ile birlikte dünyanın birçok yerinde bulunma fırsatı bulan yazar, eserleri ile de pek çok yerde adı geçmeye başlamıştır. Her yazdığı eser, okuyucularının yazara hayranlıklarını artırsa da, edebi kaygılar doğrultusunda kaleme aldığı bazı eserler, kitap eleştirmenlerinin dikkatinden kaçmamıştır.

Jean-Jacques Rousseau Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Polisiye romanların en önemli kadın yazarlarından olmasının yanı sıra, oluşturduğu polisiye karakterlerle de dünya edebiyatına önemli ölçüde yön vermiş bir İngiliz yazardır. 1890-1976 yılları arasında yaşayan bu başarılı isim, hayatının büyük bir kısmını yazarlık yaparak geçirmiştir. Polisiye romanların yanı sıra, bir dönem tarzını değiştirmiş ve duygusal tarzdaki romanlara ağırlık vermiştir.

Agatha Christie Hakkında Bilinmeyen Gerçekler

1926 yılında bir dönem 11 gün süreyle ortadan kaybolduğu sırada, göl kenarında aracının bulunması ile ortaya çıkan Agatha Christie, bu konu hakkında herhangi bir açıklama yapma gereği duymadan yaşamına devam etmiştir. Olay ile ilgili olarak ise kimileri ünlü yazarın hafıza kaybı yaşadığını düşünürken, kimileri ona düzenlenmiş bir suikast olduğunu ileri sürmüştür.

Yaşamının son yıllarda İngiltere’nin en yüksek düzeydeki onur unvanına layık görülmüştür. Agatha Christie yaşamında buna benzer birçok sıra dışı durumlara daha sahiptir. Agatha Christie hakkında bilinmeyen bazı gerçekleri şu şekilde listeleyebiliriz;

  • Doğduğu zaman adının ne olacağına uzun bir süre karar verilmemiş ve vaftiz töreninden birkaç dakika önce Agatha olmasında fikir birliğine varılmıştır.
  • Polisiye romanlar kadar oyun yazarlığı konusunda da oldukça başarılı olan ünlü isim, bir dönem Wallingford Yerel Amatör Drama Topluluğu‘nun başkanlığını yapmıştır.
  • Londra’danın batı yakasındaki tüm tiyatroların, Agatha Christie’nin öldüğü gün, bir saat süreyle ışıklarını kapattıklarını bilinmektedir.
  • Agatha Christie dışında dünyaca ünlü iki tane dedektif karakterini yaratan başka hiçbir polisiye yazarı olmamıştır.
  • Köpekleri çok seven yazarın, tüm hayatı boyunca yanında mutlaka bir köpek beslediği bilinmektedir.
  • Ünlü karakter Hercule Poirot 1975 yılında öldüğünde, The New York Times’da tam sayfa ölüm haberi verilmiştir. Bir roman karakteri olmasına rağmen böylesi bir muamele başka hiçbir yazara yapılmamıştır.
  • En sevdiği renk yeşildir.
  • Shakespeare ve İncil’den sonra en çok satılan kitaplar Agatha Christie’ye aittir.
  • Miss Marple karakterinde büyükannesinin payı olmuştur.
  • Birinci Dünya Savaşı esnasında, hastane revirinde çalışırken ilaçların kimyasal bileşenlerini öğrenmiştir.
  • Hayatı boyunca çok göz önünde bulunmamayı tercih etmiştir.
  • İstanbul’daki Pera Palas Oteli’nin Christie’nin Doğu Ekspresinde Cinayeti’ne (Murder on the Orient Express) ilham kaynağı olduğuna inanılmaktadır.
  • En sevdiği müzisyenler; Elgar, Wagner ve Sibelius’tur.
  • Agatha Christie’nin ismi son 60 yıldır, Batı Yakası Tiyatrosu listesi olan her gazetede çıkmaktadır.
  • Seyahatlerini karakterine renk katmak amacıyla yaptığını söylemiştir.
  • Hercule Poirot’un resminin, hiçbir kitabın kapağında yer almasına izin vermemiştir.
  • Disgrafi adı verilen öğrenme bozukluğuna sahiptir.  Bu nedenle kitaplarını dikte ederek yazdırmıştır.
  • En sevdiği çiçek müge, en sevdiği içki zencefilli biradır.
  • Kendisi hiç sınıf görmemesine rağmen, Torquay’daki bir okulun sınıflarından birine Christie adı verilmiştir.

Agatha Christie’nin Eserleri

Agatha Christie'nin EserleriPolisiye romanın klasiklerine imza atmış İngiliz yazarlardan biri olan Agatha Christie, Birinci Dünya Savaşı‘nı görmüş ve o sırada hemşire olarak hizmet vermiştir. Onlarca polisiye romanı kaleme almış olan ünlü yazarın her kitabı büyük ilgi ile okunmuştur. 1920 yılında bir yayınevinin dikkatini çeken Agatha, bu sayede ilk kitaplarının basılmasını sağlamıştır. En ünlü kitabı ise 1934 tarihinde yazdığı Doğu Ekspresinde Cinayet‘tir. Bu kitap daha sonra beyaz perdeye de uyarlanmıştır.

Savaşın ardından da roman yazmaya devam eden başarılı ismin önemli eserleri arasında şunlar yer almaktadır;

  • Ölüm Sessiz Geldi (1920)
  • Kahverengi Elbiseli Adam (1924)
  • Köşkteki Cinayet (1925)
  • Gece Gelen Ölüm (1936)
  • Ölüm Oyunu (1941)
  • Cinayet İlanı (1950)
  • Üç Yanlış Üç Ceset (1955)
  • Üçüncü Kız (1966)
  • Ölüm Meleği (1971)
  • Ölüm Çığlığı (1930)
  • Ölüm Diken Üstünde (1935)
  • Cinayetler Oteli (1965)
  • Briç Masasında Cinayet (1936)
  • Uyuyan Ölüm (1976)
  • Poirot’nun İlk Davaları (1974)
  • Neden Evans’a Sormadılar (1934)
  • Cesetler Merdiveni 8(1942)
  • Son Evdeki Tehlike (1932)
  • Sensiz Bir İlkbahar (1944)
  • Sonunda Ölüm Geldi (1944)
  • Şampanyadaki Zehir (1945)
  • Ölüm Adası (1964)
  • Miss Marple’ın Son Maceraları
  • Yedilerin Gizemi
  • Sessiz Tanık
  • Büyük Dörtler
  • Porsuk Ağacı Cinayeti
  • Dersimiz Cinayet
  • Pembe Evdeki Ölü
  • Cinayet Randevusu
  • Doğu Ekspresinde Cinayet

Agatha Christie’nin bu saydıklarımız dışında elbette daha onlarca kitabı bulunmaktadır. Biz yazımızda en çok bilinenleri sizlere sıralamaya çalıştık. Yazarın bazı kitapları hayattayken, bazıları ise ölümünün ardından yayınlanmıştır. Dedektif ve polisiye tarzı romanları seviyorsanız, size tavsiyemiz Agatha Christie’nin ilk eserinden başlayıp, sırayla devam etmeniz olacaktır. Dili çok karışık olmayan yazarın kitapları, hemen her yaştan okuyucu tarafından da ilgi görmektedir.

Victor Hugo Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Dünyanın en uzun romanlarından biri olan Sefiller’in yazarı Victor Hugo, yazdığı unutulmaz eserler kadar, insan hakları savunucusu olarak da insanların gözünde saygı görmüş ve sevilmiştir. 1802 ve 1885 yılları arasında yaşayan Hugo, Fransız şair, roman ve oyun yazarı olmasının yanında bir de siyaset adamı kimliğine sahiptir. Yazdığı kitapların çoğu Dünya Klasikleri arasında yer almaktadır.

Tam ismiyle Victor Marie Hugo, romantik akımı kendine öncü edinen, Fransız yazarıdır. Eserlerinde zaman zaman politik imalar görülür. Hayatının yetişkinlik dönemlerinde Kraliyet Hanedanı olmasına rağmen ilerleyen yaşlarında bu fikrinden sıyrılmayı başarmış ve bir Cumhuriyet destekçisine dönüşmüştür. Başarılı yazarın çocukluk yılları yaşadığı ülkede var olan siyasi karışıklıkların içerisinde geçti.

Voltaire Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Victor Hugo, yaşadığı devrin en büyük Napolyon destekçilerinden biriydi. Eserlerinde politik imalara yer vermesinin en büyük sebeplerinden biri de, yaşadığı dönemlerde Fransa’da var olan siyasi bunalımlardı. Babası subay olduğu için ülkenin farklı farklı bölgelerinde ve şehirlerinde yaşama fırsatı buldu. Böylece hem farklı kültürleri daha yakından tanıdı hem de ülkenin sorunlarını halkın içinde yaşama fırsatı buldu.

Victor Hugo Kimdir?

Victor Hugo Kimdir?Vicor Hugo, dünyadaki en başarılı “Romantik Akım” sanatçılarından biridir. 26 Şubat 1802 tarihinde Fransa Besançon’da dünyaya gelmiştir. 83 yaşındayken 22 Mayıs 1885 tarihinde, Fransa’nın başkenti Paris’te hayata gözlerini yummuştur. Vefatının ardından Pantheon’daki bir mezarlığa defnedilmiştir. Dünyada ilk olarak, yazdığı şiirlerle adından söz ettirmiştir. Ancak yazdığı romanlar ve oyun piyesleri en az şiirleri kadar başarılı bulunmuş ve ününe ün katmıştır.

En bilinen romanları “Sefiller” ve “Notre Dame’ın Kamburu”dur. Sefiller dünyanın en uzun romanlarından biri olmasının yanında, aynı zamanda 823 kelimeden oluşan en uzun cümleye sahip kitaptır.  Victor Hugo ilk romanını evlendikten bir yıl sonra yayımladı, ikinci roman ise bundan üç yıl sonra geldi. Tarihler 1840’lı yılları gösterdiğinde ise Hugo, Fransa’nın ve döneminin en başarılı şair ve edebiyatçıları arasında yerini aldı.

Yaşlanmaktan bir hayli korkan Hugo’nun sesinin güzel olması için çiğ yumurta yediği bilinmektedir. Bunun yanında her sabah soğuk duş alması da ünlü yazar hakkında edindiğimiz ilginç bilgiler arasında yer alıyor. Hugo, çocukluk döneminde babasının mesleği nedeniyle bol bol gezme ve yeni yerler görme fırsatı elde etmiştir. Eğitim hayatının ilk yıllarında İspanya’da aristokratların gittiği bir okula giden Victor Hugo, bu dönemde epey sıkıntı yaşamıştır.

Daha sonra Paris Hukuk Fakültesi‘ne başlayan ünlü yazar, ülkedeki siyasi karışıklıklar sebebiyle eğitimini tamamlayamamıştır. Üniversite hayatını yarım bıraktığı yıllarda hem annesini hem de babasını kaybetmiştir. Bu dönemde edebiyata kendini daha çok vermeye başlamıştır. O dönemde o kadar çok eser üretmiştir ki, yazdığı şiirler Kraliyet tarafından duyulmuş, çok beğenilince de Hugo düzenli maaşa bağlanmıştır.

Victor Hugo’nun Hayatı

Victor Hugo'nun Hayatı1802 yılında dünyaya gelen Victor Hugo, birçok ülkeye seyahat etmiş, Madrid’de bulunduğu dönemde ise bir dönem valilik yapmıştır. 19 yaşına geldiğinde, çocukluk aşkı olan Adele Foucher ile evlendi. Adele Foucher ile nişanlılığı yıllar öncesine dayanıyordu. Ailesine haber vermeden onunla nişanlanmıştı ancak tam olarak hangi tarihte nişanlandıkları bilinmemektedir. Çiftin ilk çocukları Leopold, doğumdan sonra fazla uzun süre yaşayamadı. Bir sene sonra doğan kızlarına, Leopold’ün adını yaşatmak için Leopoldine adını verdiler.

Leopoldine, Victor Hugo’nun en sevdiği kızıydı ancak ne yazık ki o da henüz 19 yaşındayken, evlendikten kısa bir süre sonra çıktığı gemi yolculuğunda boğularak öldü. Kocasıyla birlikte Seine Nehri üzerinde gemi yolculuğu yaptıkları sırada gemi alabora oldu. Nehre düşen Leopoldine, suda batmaya başladı. Onu kurtarmaya çalışan eşi Charles Vacquerie de aynı kazada hayatını kaybetti.

Victor Hugo kızının vefat haberini günlük bir gazeteyi okurken haberlerden öğrendi. Ani bir ölüm haberini hiç ummadığı bir anda son derece sürpriz bir şekilde alan Victor Hugo, bu olay üzerine psikolojik bunalıma girdi. Kızının ardından ona hitaben defalarca şiirler yazdı.

1848 yılında ülkeyi etkisi altına alan devrim ideolojisinin etkisiyle yükselmeye başlayan olaylar sırasında, Victor Hugo da özgürlüğün etkisine kapılarak Cumhuriyetçilik akımını desteklemeye başladı. 3 yıl sonra 3. Napolyon’un gerçekleştirdiği askeri darbe sonrası, sınır dışı edildi. Önce Brüksel’e giderek bir süre orada kaldı. Ardından Channel Adaları’na geçti. Daha sonra sırasıyla Jersey’e ve Guernsey’e taşındı. 1859’da 3. Napolyon tarafından çıkartılan genel af yasasıyla Fransa’ya dönmesinin önünde hiçbir engel kalmadı. Ancak o yine de Guernsey’de kalmayı tercih etti.

Fransa’nın Prusya ile yaptığı savaşta yenilmesinin ardından 3. Napolyon iktidarı kaybetti. 3. Napolyon’un devrinin bitmesinden sonra Victor Hugo tekrar Fransa’ya döndü. Takvimler 1870 yılını gösteriyordu. Ülkesinde bir kahraman gibi görülen Victor Hugo, buna rağmen Ulusal Meclis’e seçilmedi. Paris, Prusya Devleti tarafından sarıldığı esnada açlıktan ölmemeleri için halka, Paris Hayvanat Bahçesi’ndeki hayvanlar kesilerek dağıtılıyordu. O günlerini yazdığı günlükte, bilmediği hayvanların etlerini yediklerini yazmıştı.

Ludwig Van Beethoven Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Victor Hugo, yaklaşık 6 yıl sonra oluşturulan yeni Senato’ya seçildi. Yaşı hayli ilerlemiş olan ünlü yazar, 2 yıl sonra felç geçirdi. Victor Hugo o dönemlerde sanatçıların telif haklarının korunması için yürütülen kampanyalarda hep başrolde oldu. Gerekli telif hakları yasası, onun çalışması sonucu mecliste kabul eldi. Ayrıca idam cezalarının kaldırılması için çeşitli faaliyetler ve kampanyalar düzenledi.

Bu çalışmaları da başarılı oldu ve hem Cenova’nın hem Portekiz’in hem de Kolombiya’nın anayasalarından ölüm cezaları çıkartıldı. 83 yaşına geldiğinde ise zatürre rahatsızlığı çekiyordu. İyice yaşlanmış olan vücudu bu ağır darbeye daha fazla dayanamayarak 22 Mayıs 1885’te iflas etti. Cenaze yürüyüşüne iki milyondan fazla insan katıldı. Emile Zola ve Alexandre Dumas ile aynı mezarlıkta yatmaktadır.

Victor Hugo’nun Eserleri

Victor Hugo'nun Eserleri

Fransız edebiyatının en ünlü isimlerinen biri olan Victor Hugo; Tolstoy, Oscar Wilde, Dostoyevski gibi birçok isimden etkilenmiştir. Şiir, oyun ve roman türünde eserler veren Hugo, romantik akımın kurucusu olarak kabul edilmektedir. 19. yüzyıl dünya edebiyatının en ünlü isimlerinden olan Victor Hugo, ilk başlarda şiirleriyle adını duyurmuştur.

Daha sonra neredeyse hepimizin okuduğu ve birçok versiyonuyla filme uyarlanan ünlü Notre Dame’ın Kamburu kitabı ile roman türünde ben de varım demiştir. Hugo’nun yazdığı eserler arasında en dikkat çekici olan ise 1859 yılında kaleme alınan Yüzyılların Efsanesi‘dir.

Hugo’nun sürgün olduğu dönemde yazdığı bu eserde Hz. Muhammed (SAV) için yazdığı dizeler yer almaktadır. Fakat o dönemde eser içerisinden Allah, Kuran, İslam ve Muhammed gibi kelimeler çıkarılarak yayınlanmıştır. Victor Hugo’nun farklı türlerde verdiği edebi eserleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz;

Şiirleri

  • Odes et poésies diverses (1822, Odlar ve Çeşitli Şiirler)
  • Nouvelles Odes (1824, Yeni Odlar)
  • Les Orientales (1829, Doğulular)
  • Les Feuilles d’automne (1831, Sonbahar Yaprakları)
  • Les Chants du crépuscule (1835, Şafak Türküleri)
  • Les Voix intérieures (1837, Gönülden Sesler)
  • Les Contemplations (1856, Düşünceler)
  • Les Chansons des rues et des bois (1865, Sokak ve Orman Şarkıları)
  • L’Art d’être grand-père (1877, Büyük Baba Olma Sanatı)
  • Le Pape (1878)
  • Religions et religion (1880)
  • La Fin de Satan (1886, Şeytanın Sonu)

Romanları

  • Han d’Islande (1823, İzlanda Hanı)
  • Le Dernier Jour d’un condamné (1829, İdam Mahkumunun Son Günü)
  • Notre-Dame de Paris (1831, Notre Dame’ın Kamburu)
  • Les Misérables (1862, Sefiller)
  • Les Travailleurs de la mer (1866, Deniz İşçileri)
  • Quatrevingt-treize (1874, Doksan Üç İhtilali)

Oyunları

  • Cromwell (1827)
  • Amy Robsart (1828)
  • Marion de Lorme (1831, Marion de Lorme)
  • Le roi s’amuse (1832, Kral Eğleniyor)
  • Lucrèce Borgia (1833)
  • Marie Tudor (1833)
  • Angelo, tyran de Padoue (1835, Padova Tiranı Angelo)
  • Les Burgraves (1843, Derebeyler)
  • Théâtre en liberté (1886, Özgürlükte Tiyatro)

Rıfat Ilgaz Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Adını duyduğumuzda akıllara hemen Hababam Sınıfı gelir. Çocukluk yıllarından bu yana izlediğimiz, her yaştan insanın sevdiği o Hababam Sınıfı filmleri var ya, işte size o harika eserin sahibi Rıfat Ilgaz‘dır. Kastamonu doğumlu olan Rıfat Ilgaz, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’de, edebiyat okumuştur. Önemli eserleri arasında; Sarı Yazma, Yıldız Karayel, Pijamalılar gibi romanları; Yarenlik, Sınıf, Yaşadıkça gibi şiirleri; Kesmeli Bunları, Radarın Anahtarı, Nerde O Eski Usturala gibi öykü kitapları vardır.

Türk edebiyatı için oldukça önemli isimlerden biri olan yazar, topluma kazandırdığı eserleri ve yaşam şekli ile pek çok kişiye örnek teşkil edecek niteliktedir. 7 Mayıs 1911 tarihinde Kastamonu ilinin Cide ilçesinde dünyaya gelen Ilgaz; anne ve babasının son çocuğudur. 1940 yıllarına doğru Türk edebiyatı içinde yıldızı parlayan; toplumcu ve gerçekçi bir düşünce akımını benimsemiş olan başarılı bir yazardır.

Attila İlhan Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Şiire olan ilgisi daha ortaokul yıllarında başlayan Rıfat Ilgaz’ın, birçok yerel gazetede şiirleri yayınlanmaya başlamıştır. Kastamonu Muallim Mektebi’nde yatılı olarak eğitim almış ve Gerede, Akçakoca gibi yerlerde ilkokul öğretmenliği yapmıştır. 6 yıl süre ile öğretmenlik mesleğini yaptıktan sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne girerek, edebiyat bölümünden mezun olmuştur.

Rıfat Ilgaz Kimdir?

Rıfat Ilgaz Kimdir?Şiir ve öykü eserleri ile tanıdığımız Rıfat Ilgaz, Türk edebiyatına olan katkıları ile günümüzde halen eserleri ile adı yaşatılan bir yazardır. 7 Mayıs 1911‘de gözlerini açtığı dünyaya, 7 Temmuz 1993 tarihinde veda etti. 1939 yılında İstanbul Karagümrük Orta Okulu’nda öğretmenlik mesleğine atanan Rıfat Ilgaz, aynı dönemde bir yandan da felsefe eğitimini sürdürdü.

Rıfat Ilgaz’ın hayattan ayrıldığı gün olan 7 Temmuz’da, her yıl Kastamonu Cide’de, Sarı Yazma Festivali düzenlenmektedir. Adına şiir ödülleri verilen ve yaş günleri İstanbul Şan Müzikholü ve Harbiye Konak Sineması gibi önemli yerlerde kutlanan Ilgaz’ın anısına; 21 Ekim 2008 tarihinde Kastamonu Üniversitesi Cide Rıfat Ilgaz Meslek Yüksekokulu açıldı.

Yatılı olarak Kastomu Muallim Mektebi’nde eğitim gören Rıfat Ilgaz, buradan mezun olduktan sonra 6 yıl boyunca; Akçakoca, Bolu, Gerede ve Gümüşova gibi ilçelerde öğretmenlik yaptı. Daha sonra 1938 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi.

Buradan mezun olduktan sonra da Adapazarı Ortaokulu’nda Türkçe öğretmenliğine atandı. Yazdığı kitapları ile birçok ödülün de sahibi olan Rıfat Ilgaz’a şu ödüller verilmiştir; Yıldız Karayel ile Madaralı Roman Ödülü ve Orhan Kemal Roman Armağanı, Ocak Katırı Alagöz ile Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü ve sob olarak Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü.

Rıfat Ilgaz’ın Hayatı

Rıfat Ilgaz’ın HayatıRıfat Ilgaz küçük yaşlarından itibaren edebiyata ve şiire ilgisi ile tanınmış bir yazar olsa da, profesyonel anlamda ilk ününü “Yarenlik” isimli şiir kitabı ile kazanmıştır. Şiir konusundaki üstün yeteneği sayesinde ilk kitabının oldukça ilgi görmesi, Rıfat Ilgaz’ı ikinci kitabı olan ’’Sınıf’’ı çıkarmaya teşvik etmiştir. 1944 yılında çıkardığı kitabı sıkıyönetimden geçememiş ve toplatılmıştır. Toplatılmış olmasına karşın ünlü halkbilimcisi Pertev Naili Boratav’dan oldukça övgü almıştır.

1945 yılında çıkarılmış olan Gün Dergisi‘nde sekreter olarak çalışmaya başlayan Ilgaz, aynı zamanda bu dergide yazıları yayınlanan bir yazar görevindeydi. Kısa zaman sonunda Aziz Nesin’in sahip olduğu Cumartesi Dergisi‘ne ortak olmuştur. Ardından Aziz Nesin ve Esat Adil gibi önemli isimlerle Gerçek Gazetesi‘ni ve sonrasında ise Yığın Dergisi‘ni çıkarmışlardır.

Gazetecilik ve yazarlık deneyimleri sonrasında tekrardan öğretmenlik mesleğini yapmaya karar veren Rıfat Ilgaz, Yozgat Boğazlıyan’da öğretmen olarak çalışmaya devam etmiştir. Ancak rahatsızlanması nedeniyle bir süre tedavi gördükten sonra tekrardan Aziz Nesin ve arkadaşları ile gazetecilik ve yazarlık alanında çalışmaya devam etmiştir.

1944 yılında yazdığı Sınıf adlı şiirinden dolayı tutuklanan Ilgaz, serbest kaldıktan sonra Yozgat’a atandı. Ancak verem hastalığı tam olarak geçmediği için 1946 yılında İstanbul Validebağ Sanatoryumu’na tedavi görmek amacıyla yattı. 1947 yılından sonra öğretmenlik vazifesi elinden alınan Rıfat Ilgaz, bu tarihten sonra mesleğini icra edemedi.

Günümüzde olduğu gibi o dönemlerde de yazar ve şairler özgür bir şekilde yazamıyorlardı. Rıfat Ilgaz da yazıları ve kitapları nedeniyle birçok kez sorgulandı ve tutuklandı. Neticede çok sevdiği öğretmenlik mesleği elinden alındı. Aziz Nesin ile birlikte çıkardıkları Markopaşa dergisinde, yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1952 yılında Adembaba dergisini çıkarmaya başyana usta yazar, o dönemde oldukça popüler olan Dolmuş, Karikatür ve Taş gibi mizah hikayelerini kaleme alarak yayınladı.

Rıfat Ilgaz edebiyata olan aşkını Kerem ile Aslı, Zeycan ile Asuman gibi halk hikayelerinden aldığını söylemektedir. Ancak halk hikayelerine gönül vermesine rağmen edebiyata şiir türündeki yazıları ile giriş yapmıştır. Henüz 15 yaşındayken yazdığı Sevgilimin Mezarında isimli şiiri, Nazik dergisinde yayınlanmıştır. Bir dönem Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy ve Ahmet Kutsi Tecer gibi isimlerin etkisinde kalmıştır.

Rıfat Ilgaz’ın Eserleri

Rıfat Ilgaz’ın EserleriRıfat Ilgaz’ın Türk ve Dünya edebiyatında popülerlik kazanmış en önemli eseri Hababam Sınıfı olsa da, pek çok roman ve şiir kitabı da bulunmaktadır. 14 adet şiir kitabına hayatı içinde yer vermiş olan Rıfat Ilgaz’ın ilk önemli eseri Yarenlik isimli kitabıdır. Ardından Sınıf, Yaşadıkça, Devam, Üsküdar’da Sabah Oldu ve Soluk Soluğa isimli eserleri gelmektedir. Ancak edebiyata şiir yazarak girmesine ve bu türde verdiği eser sayısının fazla olmasına rağmen, şiirleriyle değil oyun ve öykü yazıları ile tanınmayı başarmıştır.

Şiir konusunda oldukça başarılı bir şair olmasına karşım toplumcu bir görüşü nitelediği şiir kitaplarının bazıları yayınlandığı yıllarda toplatılma kararına maruz kalmıştır. Şiir kitaplarının yanı sıra önemli romanları ile de pek çok filmin konusunu yazmış olan Rıfat Ilgaz 1957 yılında Hababam Sınıfı kitabını yazmıştır. Hababam Sınıfı ilk olarak tiyatro sahnesine uyarlanmış sonrasında ise gördüğü ilgi karşısında sinema filmi olarak çekilme kararı alınmıştır.

Barış Manço Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Karadenizin Kıyıcığında, Halime Kaptan, Meşrutiyet Kırathanesi, Sarı Yazma ve Yıldız Karayel gibi önemli romanları da bulunmaktadır. Edebiyatın birçok dalında eserlere imza atmış olan Rıfat Ilgaz; anı, köşe yazısı, öykü ve çocuk tiyatrosu gibi alanlarda da pek çok esere sahip bir isimdir. Yazarın şimdiye kadar yayımlanmış eserlerini kategorilerine göre sıralayacak olursak:

Romanları

  • Hababam Sınıfı
  • Sarı Yazma
  • Yıldız Karayel
  • Pijamalılar
  • Karadeniz’in Kıyıcığında
  • Halime Kaptan
  • Karartma Geceleri
  • Meşrutiyet Kıraathanesi
  • Hoca Nasrettin ve Çömezleri
  • Hababam Sınıfı İcraatin İçinde
  • Bizim Koğuş

Şiirleri

  • Yarenlik
  • Sınıf
  • Yaşadıkça
  • Güvercinim Uyur mu?
  • Devam
  • Çocuk Bahçesi
  • Üsküdar’da Sabah Oldu
  • Ocak Katırı Alagöz
  • Soluk Soluğa
  • Karakılçık
  • Kulağımız Kirişte
  • Uzak Değil.

Öykü Kitapları

  • Don Kişot İstanbul’da
  • Kesmeli Bunları
  • Radarın Anahtarı
  • Nerde O Eski Usturalar
  • Garibin Horozu
  • Şevket Ustanın Kedisi
  • Tuh Sana
  • Saksağanın Kuyruğu
  • Bunadı Bu Adam
  • Palavra
  • Çatal Matal Kaç Çatal
  • Altın Eskicisi
  • Şeker Kutusu
  • Hababam Sınıfı Uyuyor
  • Hababam Sınıfı Baskında
  • Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı
  • Çalış Osman Çiftlik Senin.

Çocuk Hikayeleri

  • Bacaksız Okulda
  • Bacaksız Paralı Atlet
  • Bacaksız Kamyon Sürücüsü
  • Bacaksız Tatil Köyünde
  • Bacaksız Sigara Kaçakcısı
  • Küçük Çekmece Okyanusu
  • Öksüz Civciv
  • Kumdan Betona
  • Cankurtaran Yılmaz

Tiyatro Oyunları

  • Hababam Sınıfı Uyanıyor (Aynı zamanda filmi de yapılmıştır.)
  • Hababam Sınıfı Baskında
  • Hababam Sınıfı Sınfta Kaldı (Aynı zamanda filmi de yapılmıştır.)
  • Türk Çocukları Türk Çocukları
  • Çatal Matal Kaç Çatal
  • Abbas Yola Giden

Sakıp Sabancı Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Sakıp Sabancı, hem ülkemizde hem de dünya çapında en çok tanınan isimler arasında yer almaktadır. Elbette ülkenin en zengin adamlarından biri olması onun tanınmasında büyük etken olmuştur. Fakat her zaman bırakmadığı sevecen tavırları, insanlara babacan bir ifadeyle yaklaşması onun sevilmesinde asıl etken olmuştur.

Şahsi serveti yaklaşık 3,2 milyar dolar olarak tahmin edilen ve 71 yaşındayken hayatını kaybeden Sakıp Sabancı, öldüğünde Türkiye’nin en zengin adamıydı. Görev yaptığı Sabancı Holding, dünyanın en büyük aile şirketleri arasında 85. sıra gibi önemli bir dereceyi hala elinde bulundurmaktadır. “Sakıp Ağa” olarak bilinen Sakıp Sabancı, çoğu insan için kurumsal bir yönetici ve işadamı olmasının ötesinde, mizahi yönü yüksek, eğlenceli bir sohbet insanıydı.

Ahmet Cevdet Paşa Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Bu mizahi noktayı güçlendirmek için her zaman tüm konuşmaları halk dili üzerinden yapmıştır. Tüm zenginliği ve nüfuzuna rağmen kökeni ile olan temasını kaybetmemiştir. Her zaman halktan birisi olmuştur. Günümüzde hala pek çok şirketi bulunan Sakıp Sabancı, kendi mal varlığını ailesinin yönetimine bırakmıştır ve alışveriş yapılan çoğu hipermarket ya da ürün Sabancı Holding bünyesindedir.

Sakıp Sabancı Kimdir?

7 Nisan 1933 tarihinde Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğan Sabancı, Adana’da tekstil girişimlerini başlatan pamuk ticaretçisinin 6 oğlundan ikincisi olarak dünyaya gelmiştir. Annesinin adı Sadıka Sabancı, babasınınki Hacı Ömer Sabancı‘dır. Çocukluk ve gençlik yıllarının büyük bir bölümü Adana’da geçmiştir. Sabancı, rakipleri olan Koç ailesi 1930’lu ve 1940’lı yıllarda ortaya çıkmaya başladığında, Türkiye’nin özel sektörünün en önde gelen liderleri arasındaydı.

Türkiye’nin en önemli iş adamlarından biri olan Sabancı, nüktedan kişiliğinin yanı sıra son derece hayırseverdir. Geldiği yeri asla unutmamış ve ülkemiz için büyük hayır işlerinde bulunmuştur. Çocukluk dönemini oldukça zor şartlarda geçiren Sakıp Sabancı; annesi, babası, dedesi, babaannesi ve kardeşleri olmak üzere, bol nüfuslu bir evde hep birlikte kalıyorlardı. Babasının oldukça düşük geliri ile geçinmek zorunda olan Sabancı’nın; Özdemir, Erol, Hacı, Şevker ve İhsan adında beş kardeşi vardı.

Sakıp Sabancı’nın Hayatı

Sakıp Sabancı hayatı boyunca hiç üniversiteye gitmemiştir. İlkokulu Adana İsmet İnönü İlköğretim Okulu’nda okudu. 1944 yılında bu okuldan mezun oldu. Adana Erkek lisesi’ne giderken zatürre hastalığı nedeniyle üç kez ara verdikten sonra okulu bırakma kararı almış ve hemen ardından iş hayatına atılmıştır. Bir süre Akbank’ta katip olarak çalışmıştır.

Bu esnada yıllar 1957’yi gösterirken akrabası olan Türkan Sabancı ile evlenmiştir. 1960’ların başında, babası ve kardeşleri önemli bir bölgesel ticaret imparatorluğu kurmuştur. Kardeşler, babalarının ölümünden sonra, 1974’te Hacı Ömer Sabancı Vakfı adlı bir kurum altında birleşmişlerdir.

Sakıp Sabancı’nın İş Hayatı

Sakıp Sabancı için tam bir azmin ve çalışmanın örneğidir diyebiliriz. Çünkü sıfırdan başlayıp, büyük bir imparatorluk kurmak, gerçekten de sadece inancın ve çalışmanın eseri olmalıdır. Lisedeyken eğitim hayatını bırakarak çalışmaya atılan Sabancı, bir süre Akbank’ta çalıştıktan sonra, 1955 yılında BOSSA Un Fabrikası’nda veznedar oldu. 2 yıl geçtikten sonra burada Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapmaya başladı.

Sakıp Sabancı, ilk çocuğu Dilek’in dünyaya gediği yıl yani 1964’te Adana Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı oldu. Bundan 2 yıl sonra babası Hacı Ömer Sabancı’nın vefatı ile büyük yıkım yaşadı. 1966 yılında iplik ve polyester fabrikası olan SASA kuruldu.

Sabancı Holding, sonraki 20 yıl boyunca; turizm, tekstil, gıda, araba, tütün, kimya ve bankacılık konularında yaklaşık 60 şirket ile uluslararası düzeyde önemli bir holding haline gelmiştir. Sabancı; Du Pont, Toyota, Philip Morris, Kraft Foods ve IBM gibi uluslararası kuruluşlarla ortaklıklar kurmuş ve küresel iştiraklerine Londra’da bir bankayı dahil etmiştir.

Kardeşleri üst düzey görevleri üstlenirken Sakıp Sabancı itici güç olarak tanınmıştır. İlk yıllardaki koordinatörlerinden biri, gelecekteki başbakan ve cumhurbaşkanı olan Turgut Özal olmuştur. Sabancı, merkezini Adana’dan İstanbul’a taşımaya 1960’ların sonunda karar vermiştir. Daha sonraki yıllarda çeşitli kültürel, hayırsever ve eğitsel eylemleri üstlenmiştir. Sabancı Vakfı ise hala Türkiye genelinde 100’den fazla sağlık, eğitim ve kültür merkezi işletmektedir.

Yaşadığı hayatı tırnakları ile kazıyarak elde eden Sakıp Ağa, ülkesini ve ülkesinin insanlarını çok seven bir isimdi. Bu sebepten her alanda çalışma yapmaya, istihdamı genişletmeye, sanatı ve eğitimi ilerletmeye çalıştı. Sabancı’nın adını ölümsüzleştiren en önemli eser ise Adana’da bulunan, Adana Sabancı Merkez Camii‘dir.

Yapımı yaklaşık 10 yıl süren camii, 6600 metrekarelik kapalı bir alan üzerine kurulu olan cami, toplamda 58.900 metrekare alanı kapsamaktadır. 28.500  kapasiteli camiinin yapım aşamasında, masraflarının yarısı Sabancı ailesi tarafından karşılanmıştır. Adana Sabancı Merkez Camii halen (2018 yılı itibariyle) Ortadoğu ve Balkanların en büyük camisi unvanını korumaktadır.

Sakıp Sabancı’nın Aile Hayatı

Sakıp Sabancı, teyzesinin kızı Türkan Hanım ile evlenerek uzun yıllar süren, mutlu bir evlilik yaşamıştır. Babasının nasihati üzerine hayatını birleştirdiği Türkan Hanım’dan Sevil, Dilek ve Metin olmak üzere 3 çocuğu oldu. İlk çocukları Dilek 1964 yılında dünyaya geldi. 1970 yılında doğan oğullarına Metin, 1973 yılında dünyaya gelen kızlarına ise Sevil adını verdiler.

İkinci çocuğu Metin Sabancı’nın zihinsel engelli olarak doğması Sakıp Sabancı’yı ve ailesini çok etkiledi. Bunun üzerine 1976 yılında Erol Sabancı Spastik Çocuklar Tedavi ve Eğitim Merkezi ile 1996 yılında Metin Sabancı Spastik Çocuklar ve Gençler Eğitim, Üretim ve Rehabilitasyon Merkezi’ni açtılar.

Sakıp Sabancı’nın Vefatı

Keskin zekası ve ince esprileri ile halkla özdeşleşen ve pozitif enerjisini karşısındaki insana aktaran Sakıp Sabancı,  10 Nisan 2004 tarihinde yakalandığı böbrek kanseri nedeniyle tüm tedavilere rağmen hayatını kaybetmiştir. Bundan evvel 1981 ve 1989 yılları arasında iki defa açık kalp ameliyatı geçirmiştir. Ölümünün ardından on binlerce insan cenaze törenine katılmıştır.

Kendisi hala Türk tarihindeki en sevilen iş adamı olarak görülmektedir. 71 yıllık ömrüne sayısız hayır işi, başarı, ödül, vakıf ve kurum bırakan Sakıp Sabancı, ardında onu seven milyonlarca insan bırakmıştır. Onu sevenler halen Sakıp Ağa’nın şakalarından ve mütevazi kişiliğinden bahsederek yad etmektedir. Ölümünün 10. yıl dönümünde Sabancı’yı tanıyan kişilerden 10 bin tanesinin mini vesikalık fotoğrafı, dijital ekrana yansıtılarak, büyük bir mozaik oluşturulmuştur.

Sakıp Sabancı’nın Eserleri

Sakıp Sabancı tarafından kaleme alınan 14 kitap yayınlanmıştır ve özellikle 2002 yılında yayımladığı Sakıpname ile bilinmektedir. Kitaplarının yanı sıra sık sık televizyon programlarına çıkan Sabancı bir dönem yurt içi ve yurt dışı seyahatlerini gazetelerde seri haline getirmiştir.

Bu seriler Sabancı’nın siyasete girmek istemesi olarak algılanmıştır. Ancak iş dünyasının lideri olmasına rağmen, her zaman bürokrasiyi eleştirmiş ve siyasetten uzak kalmıştır. Hayatının son dönemlerindeki girişimlerinden en büyüğü İstanbul’daki Sabancı Üniversitesi’nin kurulmasıdır ve bu okul kendini hızla Türkiye’nin en güçlü akademik kurumlarından biri haline getirmiştir.

Mahatma Gandhi Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Bir diğer başarısı ise Sabancı ailesinin Bebek’teki zarif villa ve bahçesinin Boğaz’da bulunan güzel sanatlar ve hat sanatı müzesi haline getirilmesini sağlamasıdır. Bu müze hala birçok otör tarafından, uluslararası üne sahip tek özel Türk müzesi olarak görülmektedir.

Ödülleri

  • Altın Merküri Ödülü, 1979
  • Belçika Kraliyet Nişanı, 1987
  • Japonya Hükümeti tarafından verilen, Kutsal Hazine Altın ve Gümüş Yıldız Nişanı, 1992
  • Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından verilen, Devlet Üstün Hizmet Madalyası, 1997
  • Avrupa Kristal Dünya Ödülü, 1997
  • New York FABSIT Vakfı tarafından verilen, Yılın İşadamı Ödülü, 1999

Fahri Doktoraları

  • Anadolu Üniversitesi, 1984
  • University of New Hampshire, 1986
  • Yıldız Teknik Üniversitesi, 1992
  • Erciyes Üniversitesi, 1993
  • Mimar Sinan Üniversitesi, 1997
  • İstanbul Üniversitesi, 1997
  • Çukurova Üniversitesi, 1999

Kitapları

  • Para Başarının Mükafatıdır, 1985
  • İşte Hayatım, 1986
  • Rusya’dan Amerika’ya 1989
  • Ücret Pazarlığı mı? – Koyun Pazarlığı mı?, 1990
  • Değişen ve Gelişen Türkiye, 1991
  • Daha Fazla İş Daha Fazla Aş, 1993
  • Hayat Bazen Tatlıdır, 2001
  • Başarı Şimdi Aslanın Ağzında, 1998
  • Sakıpname, 2002

İçten ve Dıştan Yanmalı Motor Nedir? Aralarındaki Farklar Nelerdir?

$
0
0

Yüzyılı geçkin bir süreye dayanan motor oluşumları, her geçen gün hayatımıza farklı yapılarda giriş yapıyor. Yanma zamanlamaları üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda, dıştan başlayan ünite şekilleri, sonradan içten yanmalı olarak devam etmiştir. Bilim insanı ve mühendislerin araçlar üzerinde uzun süreli çalıştığı konulardan bir tanesi de yanma olayları ile çalışan motorlardır.

İlk icadından itibaren gelişimi durmayan bu unsurun, en iyi olacak şekillere getirilmesine çalışılmıştır.  O yüzden ünite kısmını oluşturan parçaların mukavemet ve uzun süreli gidebilecek halde ele alınması önemlidir. Dünyamızda kullanılan genel yakıtın benzin ve motorin olduğunu biliyoruz. Sonrasında yaygınlaşan motorinle beraber en son elektrikle çalışan otomobilleri gün geçtikçe daha fazla görüyoruz.

Rot ve Balans Ayarı Nedir? Arızası Nasıl Anlaşılır ve Yapılır

Sizlere elektrik motor temelinin Hibrit ile Toyota’nın başlattığından bahsetmiştik. Bu yazımızda merak edilen içten ve dıştan yanmalı motorları işleyeceğiz. Mantık olarak birbirlerinden farklı olduğu gibi amaç kısımlarında da ayrılmaktadırlar.

İçten Yanmalı Motor Nedir?

İçten Yanmalı Motor NedirGünümüz araçlarında bu terimi sıkça duyarız. İçten yanmalı motor, dıştan yanmalı motordan sonra ortaya çıkarılmıştır. Konumuz olan makine sisteminde yakıt, belli bir alan çerçevesinde yakılmaktadır. Çalışma esnasında izlenen yol üzerinde çekilen benzin, istenilen seviyede hareketlere bağlı olarak gönderilmektedir. İçten yanmalı motorlarda orantılı olarak yanma prensibi vardır.

Oluşturulmak istenen sistemleri sıraya koyarsak; benzin deposundan çekilen yakıt, ünite içerisine alınarak emme manifoldu vasıtasıyla eşit miktarsa pistonlara havayla karışık halde püskürtülür. Bujilerle yakılan benzin, piston yuvasına girdikten sonra itilen kolla birlikte gerekli hareket enerjisini oluşturacak basınç elde edilir.

Ancak bu kısımda karbüratörlü ile enjeksiyon tipi motorlar birbirinden ayrılıyor. Karbüratörlü sistemde; hava benzin karışım işleminin orantılı ayarlanmasını, yani emme manifolduna gönderimini karbüratör ayarlar. Yakılan yakıtın oluşturduğu atık gaz da egzoz subabı sayesinde dışarıya atılır. Günümüz araçları için bahsettiğimiz mekanik parça artık kullanılmamaktadır. Otomobil mühendisleri yakıtın gönderim yolunda değişikliğe giderek, teknolojik bir yol izlemişlerdir.

İzlenilen yeni sistemde içten yanmalı motorlarda enjeksiyon parçası ortaya çıkarılmıştır. Aynı sıralamaya bağlı olarak çekilen yakıt, bu sefer karbüratörden değil enjektör parçası üzerinden yanma odasına gönderilir. Bu sayede pistona direkt olarak gönderim yapılmasıyla, yakıt miktarında da azalma gerçekleşmiş olur. Ters orantılı olarak yakıt her ne kadar az yollanıyor olsa da performans grafikleri daha iyi sonuç vermiştir.

Yakıt tüketiminin kilometre bazlı hesaplamalarında yüksek oranda düşüş sayesinde de dünya geneli tüm firmalar buna geçiş yapmıştır. Buraya kadar sizlere 4 zamanlı motor tipinden bahsettik. Çeşit olarak, sadece piston çalışma süreleri ve adetinde farklılık olan 2 zamanlı motor tipini de sizlere kısaca anlatalım. 4 zamanlı motorda piston hareketi 1 yanma işlemini tamamlayarak hareket eder. Tam olarak durum; 1 yanma işlemi gerçekleşebilmesi için piston 4 kez yukarı – aşağı hareket ettirilir. 2 zamanlı da ise 1 yanma işlemi için piston her yukarı hareketinde işlemi sonlandırır.

Dizel İçten Yanmalı Motor Nedir?

Dizel İçten Yanmalı Motor Nedirİçten yanmalı dizel motorların mantığı bir yere kadar aynı, sadece belli kısımlarda ayrılıyor. Ve ayrılan kısımlarda aslında sistemin ana karakterini belirlemektedir. Dizel ünitelerde, enjeksiyonlu motorlarda olan buji malzemesi yoktur. Parçalar benzin ünitesine göre daha fazla şiddette çalıştırılır. Normalde pistona hava ve benzin yakıtı gönderilir. Piston itilimi ile de hareket enerjisi sağlanır. Dizel içten yanmalı da ise pistona sadece hava gönderimi gerçekleşir.

Hava istenilen basınç ve sıcaklığa ulaştığı anda motorin, enjektörler vasıtasıyla yanma için iletilir. Bu motor tipi bloğunda patlamalar aşırı olarak nitelendirilir. Çünkü ısınan ve basınçlı bir havaya karıştırılan yakıtla birlikte, pistonun oluşturacağı güç daha fazladır. Verimlilik açısından bakıldığında avantajları çoktur. Teknik değerlendirmelerde küçük hacimli içten yanmalı dizellerin oluşturduğu tork değeri daha fazladır.

Yakıt tasarrufunda ise %40 ile %45 oranlar arasında az tüketim sağlar. Blok kısmı dahil olmak üzere sistem parçaları benzinliye göre daha mukavemetlidir. Devirlenme hızı az olsa da belli aralıklarda çekme kuvveti daha çabuk gerçekleştirmektedir. Dezavantaj olarak; bu tip motorların bakım maliyeti ve arıza durumlarında parçalar yüksek fiyat çizelgesinde seyretmektedir. Kötü yakıt alımlarında ömrü kısalttığı gibi bundan ötürü enjektörlerin tıkanarak bozulmasına neden olmaktadır.

Dıştan Yanmalı Motor Nedir?

Dıştan Yanmalı Motor NedirDıştan yanmalı motor eski çağlardan kalma düşüncesi yaratsa da halen kullanılmaktadır. Konumuz olan bu motor tipi, yakılan yakıtın sistem içerisinde çalışacak farklı bir akışkanı ısıtarak, enerji dönüşümünü gerçekleştirmesidir. İngilizcede “external combustion engine” olarak geçen dıştan yanmalı motor, kapladığı hacimce içten yanmalıya göre daha büyüktür.

Yani eskiden olabilir yalnız günümüzde özellikle araçlar için bir geçerliliği yoktur. Çevrecilik bakımından daha az egzoz gazı çıkardığından genelde sanayi sektöründe kullanılır. Dıştan yanmalı motorların güç üretimi azdır. İçinde gerçekleşen olayların temelinde mekanik ve ısı enerjisi vardır.

Hareket eden motor içi parçaları sürtünmeden doğan mekanik enerjiyi, ısı enerjisine dönüştürmektedir. Farklı akışkanın ısıtılması ve akışkanın iletimi ile hareket durumunun kazandırıldığı motor tipidir demek de mümkün. Bu tip motorların içlerinde gaz ve buhar türbinleri bulunmaktadır. Bu kısma örnek olarak buhar makinesini ve stirling motorunu verebiliriz. Buhar türbini, yakıtın yanması sonucunda gelen ısıyı, su kaynatıcısı vasıtasıyla buhara dönüştürür.

Millerle de buhar, kanatçıklara sahip olan türbinin içerisine taşınır. Mesela bu yöntemle geminin pervanesi döndürülebilir. Enerji kömür yakıtı üzerinden sağlanacaksa da bir treni hareket ettirebilirsiniz. Gördüğümüz gibi dıştan yanmalı tip motor daha büyük gemi, tren ve sanayi sektörü için gerekli olan araçlarda kullanılıyor. Ve mantık olarak bakıldığında içten yanmalı motorlarla arasında inanılmaz farklar vardır. Şimdi sizlere bu iki tip motor arasındaki farklı anlatacağız.

İçten ve Dıştan Yanmalı Motorlar Arasında Farklar Nelerdir?

İçten ve Dıştan Yanmalı Motorlar Arasında Farklar NelerdirEn başta büyük farkın güç orantılarında olduğunu söyleyelim. Dıştan yanmalı tip motor, daha az güç üretmektedir. Kapladığı hacimler de içten yanmalı motorlara göre çok fazladır. Yakıtın nerede enerjiye dönüştürdükleri açısından bakıldığında; içten yanmalı motor blok içerisinde kapalı ortamda işlemleri yaparken, dıştan yanmalı motor isminin de o şekilde verildiği gibi olayları dışta yapmaktadır. Farklı sıvı akışkanı ısıtılarak enerji dönüşümüne karşı, benzin ve motorin yakıtının yakılarak, yüksek patlaması sonucunda güçler açığa çıkartılır. Yani çalışma prensipleri tamamen farklıdır.

Dıştan yanmalı motorların düşük yanma sıcaklığına ve az oranda basınç ürettiği için açığa çıkan gaz miktarları sayesinde, çevrecilik yönü daha ağır basmaktadır. Keza benzinli bir içten yanmalı motorda bu tam tersidir. Hatta son zamanlarda doğaya salınan zehirli gazların çoğalmasına dizel ünitelerin sebep olduğuna inanılarak, ülkelerin hızlı şekilde kullanım yasağı getirdiğini görüyoruz.

Wankel (Rotary) Motor Nedir? Nasıl Çalışır? Avantajları ve Dezavantajları Nelerdir

Sizlere bu yazımızda içten ve dıştan yanmalı motorlu terimlerini açıklamış bulunmaktayız. Dıştan yanmalı olarak ayarlanan motor kalıplarında, gördüğümüz gibi yanma güçleri düşük ve daha az kabiliyette oluyor. Günümüzde de büyük fabrikalar dışında yoğun kullanım alanları bulunmuyor.

Zaten dıştan yanma prensibi ile çalışan tren ve bazı büyük makinelerin ilerleyiş biçimleri elektrik enerjisine dönüştürülüyor. İçten yanmalı yani patlamaların motorun iç kısımda olan üniteler ise günümüz tüm araçlarında kullanılıyor. Blok içerisinde yapılan yanmalardan dolayı da otomobillerimizin daha fazla güç ve tork üretmesi sağlanmıştır.

Franz Kafka Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Sessiz ve kısa bir yaşamın hala süren yankıları diyebiliriz onun için. Franz Kafka oldukça sıradan ve sakin bir hayat yaşadı ancak bıraktığı eserleri üzerinden neredeyse 100 yıl geçmesine rağmen, hala büyük bir heyecan ve merakla okunmaktadır. Kendini, “ben edebiyattan ibaretim” sözleriyle anlatan Kafka’nın en önemli eserleri arasında; Milena’ya Mektuplar, Babaya Mektup, Dönüşüm ve Dava yer almaktadır.

Yüzü hiç gülmeyen adam diyebiliriz onun için… Etnik açıdan karışık bir coğrafyada dünyaya gelen Kafka’nın şanssızlığı daha doğuştan başlamıştı. Almanca konuştuğu için Çekler tarafından, Yahudi olduğu için de Almanlar tarafından sevilmedi. Bunun yanında çocukluk yıllarının en büyük yarası baskıcı bir babaya sahip olmasıydı. Bu duygularına eserlerinde sıklıkla yer veren Kafka, babasına karşı sadece nefret duygusu besliyordu.

Charles Dickens Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Her zaman içekapanık, yalnız ve mutsuz bir hayat geçiren Franz Kafka’nın edebiyat dünyasında çok ayrı bir yeri vardır. Hayata karşı olan karamsarlığı, kalabalıklar içerisindeki yalnızlığı, asla kavuşamadığı aşklarını öyle muhteşem bir dille anlatır ki, içten içe bir sevgi beslersiniz ona karşı. Peki, Franz Kafka tam olarak kimdir, nasıl bir hayatı oldu, ardında hangi eserleri bıraktı? Şimdi sırasıyla sizlere bunların cevaplarını vermeye çalışalım.

Franz Kafka Kimdir?

Çek Cumhuriyeti’nin başkenti olan Prag kentinde 1883 yılında doğmuş olan Kafka Yahudi asıllı bir ailenin çocuğudur. Babası Hermann Kafka, güçlü bir iş adamıydı. Annesi Julie ise kültürel birikim açısından oldukça donanımlı bir kadındı. Annesi babasına yardım etmek için günde 12 saatten fazla çlıştığı için, Franz ve kardeşleriyle genelde bakıcılar ilgilenirdi.

O dönem Avusturya İmparatorluğu’na bağlı olan Bohemya’da yaşadı. Kafka’nın kendinden küçük 5 kardeşi daha vardı. Bunlardan Georg ve Heinrich adındaki iki erkek kardeşi, henüz 6 yaşına varmadan ölmüşlerdi. Bunlardan başka; Ottilie, Gabriele ve Valli adında üç kızkardeşi vardı. Kızkardeşlerinin ise II. Dünya Savaşı yıllarında, Nazi Almanyası’nın Yahudi katliamlarından birinde öldüğü biliniyor.

Franz Kafka’nın Hayatı

Franz Kafka’nın Hayatı

20. yüzyıl modern edebiyatının en önemli temsilcilerinden olan Kafka’nın yaşamı boyunca küçük bir çevrede küçük bir insan olarak yaşamanın daha huzurlu hissettireceğine dair inanışları vardır. Otoriter bir babanın evladı olmanın sonuçlarını her zaman kendi benliğinde hissetmiş olmanın yanı sıra bu konudaki korkusunu eserlerinde de ele almıştır. Benliğini ele alan otoriter korkusu, yaşamının her alanında karşısına çıkmıştır.

Franz Kafka’nın Eğitim ve İş Hayatı

1901 yılında liseden mezun olur olmaz edebiyat alanında ilk eserini vermeye başlamış olan Kafka, “Bir Savaşın Betimlemesi” adlı eserini yazmıştır. Ardından Karl-Ferdinand Üniversitesi’nde kimya eğitimi almaya başladı fakat daha sonra bölümünü değişerek hukuk okumaya karar verdi. 1906 yılında hukuk üzerine aldığı eğitimi tamamlamıştır. Bir süre mahkemelerde staj yaparak kendini geliştiren Kafka, 1907 yılında İtalyan bir şirkette ciddi anlamda çalışmaya başlamıştır.

Burada 1 yıl kaldıktan sonra Bohemya Krallığı İş Kazaları şirketinde emekli oluncaya dek çalışmıştır. Çalıştığı dönemde yazarlığı elden hiç bırakmamış olan Franz Kafka’nın, modernist bir zihniyette olduğu belirtilirken yabancılaşma temasına eserlerinde çokça yer verdiği görülmüştür. Diğer yandan eserlerinin içerisinde, özgürlük, suç ve asilik gibi konular da dikkat çekmektedir.

Max Brod ile Arkadaşlığı

Kafka 1907 yılında Assicurazioni Generali adındaki İtalyan sigorta şirketinde çalışmaya başladı. Aynı yıl Max Brod ile tanışarak sıkı iki dost olmayı başaran ikili, birbirlerinin yaşamlarında önemli izler bırakmışlardır. Brod sayesinde; Felix Qeltsch, Oskar Baum ve Franz Werfel gibi önemli edebiyatçılarla tanışma fırsatı buldu. Max Brod‘un Kafka’nın hayatında bu kadar önemli olmasının asıl sebebi ise; yazılarını yakmasını istemesine rağmen arkadaşını dinlememiş ve Kafka’nın ölümünden sonra hepsinin yayınlanmasını sağlamıştır.

Franz Kafka’nın Babası ile Olan İlişkisi

Babası tarafından ezilmiş bir çocukluk dönemi geçirmiş olmanın sıkıntısını her zaman yaşamış olan Kafka, büyük ölçüde asosyal bir kişilik olarak yaşamını sürdürmüştür. İnsanlarla olan ilişkilerinde başarıyı yakalayamamış olmanın yanı sıra, aşk konusunda da kendisini yetersiz hissettiğinden pek çok duygusunu bastırmak durumunda kalmıştır. Kafka’nın şu sözleri, babası ile olan ilişkilerini yansıtmaktadır;

“Asker selamı vermeyi ve asker gibi yürümeyi becerdiğim zaman desteklerdin beni, ama ben geleceğin askeri değildim ya da iştahla yemek yiyebildiğim, hatta yanı sıra bir bira da içebildiğim zaman desteklerdin ya da anlamadığım şarkıları tekrar edebildiğim veya senin en sevdiğin lafları senin peşinden geveleyebildiğim zaman, ama bunların hiçbiri benim geleceğimin bir parçası değildi.”.

Franz Kafka’nın Özel Hayatı

Sosyal olmakta güçlük çeken biri olduğundan, yaşamı boyunca bir kez nişanlanıp bir kez de mektuplaşarak aşk yaşamanın dışında evlenmemiştir. Kendi ile barışık olmayan ve bu düşüncesini de “Değişim” adlı eserinde ele alan Kafka, eserinde betimlediği kendisini hamamböceği olarak gördüğü şeklinde ifade etmiştir.

Aşk konusunda hissettiklerini mektuplaştıran Kafka, okuyucuya duygularını en iyi şekilde aktarmayı başarmış ve okuyanların büyük haz almalarını sağlamıştır. 1912 yılında aşık olduğu Felice Baeur isimli memur bir kadınla aşk yaşayıp nişanlansa da, nişanı kısa süre sonra atarak ayrılmaya karar vermiştir. 1912 ve 1919 yılları arasında üç birliktelik daha yaşayan Kafka, Felice ile yaşadığı ilişkisini Felice’ye Mektuplar kitabında anlatmıştır.

Victor Hugo Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Sonrasında kendinden 12 yaş küçük olmasına karşın hislerine engel olamayan Kafka, Milena Jesenska isimli bir bayan ile mektuplaşarak aşk yaşamaya başlar. Hayatına giren kadınlar arasında en ciddi ilişkisi de budur. Kafka’nın Almanca yazdığı eserleri Çek diline çevirmek için izin isterken tanışırlar. Mektuplaşmaları önce arkadaşçadır fakat sonradan aşka dönüşür. Ancak Milena evlidir.

Hayatı boyunca olumsuzluklarla mücadele eden Kafka bir kez daha mutsuzluğun pençesine düşmüştür. Sadece birkaç kez yüz yüze görüşme fırsatı bulan aşkın ayrıntılarını da Milena’ya Mektuplar isimli eserde okumaktayız. Milena bu mektupları yayınlanması için yakın arkadaşı Willy Haas’a verir ve sonrasında 1944 yılında Almanya’daki bir toplama kampında ölür.

Franz Kafka’nın Ölümü

Ünlü yazar  1917 yılında başlayan kanlı öksürüklerle uzun süre mücadele verdi. Bir süre sonra yemek yemek acı verir hale geldi. Franz Kafka, 3 Haziran 1924 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Ölüm sebebi bazı kaynaklarda akciğer kanseri, bazılarında ise verem olarak belirtilmektedir. Ölümünün ardından Kafka’ya ait birçok eser Nazilerin işgali sırasında yok edildi. Zaten kendi de yazılarının öldükten sonra yakılmasını istemişti. Fakat arkadaşı Max Brod onu dinlemeyerek, tüm yazılarını bir araya getirdi ve basılmasını sağladı.

Franz Kafka’nın Eserleri

Franz Kafka’nın EserleriEserlerinde kendi yaşamından da okuyucusuna kesitler sunan bir yazar olan Franz Kafka, yoksul bir çocukluk dönemi geçirmenin yanı sıra, baba baskısı altında olmanın psikolojik etkilerini her zaman taşımıştır. Babaya Mektup kitabında da, hayatı boyunca iyi anlaşamadığı babasına olan hislerini aktarmıştır. Gustave Flaubert okumaktan keyif aldığı bilinmektedir.

Yakın arkadaşı ve dostu olan Max Brod’dan öldükten sonra eserlerini yakmasını istemiş olsa da Brod, Kafka’nın bu isteğini yerine getirmemiş ve önemli eserlerin günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. 41 yıllık yaşamında hukuk eğitiminin yanı sıra edebiyat alanında da eserler bırakmış olan Kafka’nın eserlerini hayattayken ve ölümünden sonra yayımlananlar olarak iki başlık altında verebiliriz:

Franz Kafka’nın Hayattayken Yayımlanan Eserleri;

  • Dua Eden Adamla Sohbet
  • Sarhoşlarla Sohbet
  • Büyük Gürültü
  • Gözlem
  • Yargı
  • Dönüşüm
  • Ceza Sömürgesi
  • Açlık Sanatçısı
  • Bir Köy Hekimi
  • Yasa Önünde

Franz Kafka’nın Ölümünden Sonra Yayımlanan Eserleri;

  • Çin Seddi’nin İnşaasında
  • Babaya Mektup
  • Geri Çevrilme
  • Gezinti
  • Yasalar Sorunu Üzerine
  • Dava
  • Şato
  • Milena’ya Mektuplar
  • Amerika
  • Aforizmalar

Dostoyevski Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Ünlü romanların ve öykülerin yazarı olan Rus kökenli Dostoyevski, kendi zamanında yaşamış önemli yazarlardan biridir. İnsanın içinde kalmış gizli yanları eserlerinde büyük bir ustalıkla yansıtmaktadır. Dünyaca ünlü yazarı farklı kılan ise sıra dışı aile yapısıdır. Yoksullar hastanesinde çalışan babasının yanı sıra, tüccar bir babanın kızı olan annesi birbirine tamamen zıt iki karakterdir. Hayatının sonraki dönemlerinde yazdığı eserlerinde de bu zıt karakterlerin üzerinde bıraktığı etki belirgin olmuştur.

Annesinden aldığı eğitimini özel bir okulda devam ettiren ünlü yazar, yaz aylarını ise babasının kendisine olan sert yaklaşımından uzaklaşmak için Tula’da bulunan aile çiftliğinde geçirmeyi tercih etmiştir. 15 yaşına geldiğinde annesi vefat etmiştir. Tam adı Fyodor Mihayloviç Dostoyevski olan başarılı yazar, 1837 yılında Petersburg Askeri Mühendislik Okulu’nda göreve başlamıştır.

Agatha Christie Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Burada yoğun geçen talimlerden kendine zaman oluşturarak şiddet içerikli romanlar okumaya çalışmıştır. Dünya edebiyatına duyduğu ilgi sonucunda Rus ve Avrupa edebiyatında öne çıkmış kişilerin eserlerini okuma fırsatı bulmuştur. Karakterinin şekillendiği okul dönemine ait Dostoyevski’ye ait çok detaylı bilgiler bulunmamaktadır.

Dostoyevski Kimdir?

Dostoyevski Kimdir?Çağının diğer yazarlarına göre oldukça zor ve farklı bir yaşam süren Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 11 Kasım 1821  tarihinde Moskova’da doğdu. Alkol bağımlısı bir babanın elinde büyüyen ünlü yazar, zor ve hayal kırıklığı ile dolu bir çocukluk geçirdi. 5 kardeşi olan Dostoyevski, arkadaş bakımından oldukça şanslı bir isimdi. Babası Mihail, Yoksullar hastanesinde çalışan eski bir ordu cerrahı, annesi ise bir tüccarın kızıydı.

Babası oldukça öfkeli, küçük bir şeyden bile büyük olaylar çıkaran bir adam iken, annesi tam tersi sessiz ve saygılı bir insandı. İlk eğitimini evde, annesinden aldıktan sonra özel bir okulda devam ettirdi. Yaz tatillerini Tula’daki aile çiftliğinde geçirerek, babasının acımasız ve sert davranışlarından biraz uzaklaşmaya çalıştı.

Okulunu Moskova’da tamamladıktan sonra Petersburg Askeri Mühendislik Okulu’na girdi. Okuldan fırsat buldukça şiddet ve cinayet içerikli kitaplar okumaya başladı. Okulunu bitirdikten sonra bir süre askerlik hayatına devam etti ancak edebiyata olan merakı daha ağır bastı ve askerlikten ayrıldı.

Dostoyevski’nin Hayatı

Dostoyevski’nin HayatıAnnesini 1837 yılında kaybeden ünlü ismin hayatında bu anlamda büyük boşluk açıldı. İlerleyen yıllarda da babasını kaybetti. Her ne kadar babasına karşı derinden bir öfke ve nefret beslese de, anne ve babasını yakın zamanlarda kaybetmesi onun hayatında ciddi anlamda sarsıntı yarattı. Annesinin tüberküloz hastalığı nedeniyle öldüğü biliniyorken, babasının ölüm sebebi hakkında kesin bir bilgi bulunamamaktadır. Bazı kaynaklar çok fazla alkol aldığı için hastalanarak öldüğünü söylerken, bazıları kötü davrandığı köylüler tarafından öldürüldüğünü yazmaktadır.

Dostoyevski’nin Ailesi

Annesi ve babası hayata veda ettikten sonra, hayat mücadelesine abisi ile birlikte devam eden başaralı yazar, gençlik döneminde alkol, kumar gibi alışkanlıklar edinmiş ve bohem bir hayatı benimsemiştir. 1847 yılında Fransız sosyalistlerin görüşlerini tartışmak için Mihail Petraşevski’nin evinde haftalık sohbetlere katılmaya başladı. Bunun dışında yasadışı broşürler basan bir grupla da aynı şekilde bir araya gelerek toplantılar düzenliyordu. 1857 yılında çocuklu ve dul bir kadınla evlendi, fakat bu evlilik ona mutluluk getirmedi. Çalkantılı bir hayat süren Rus yazar, 1881 yılında hayata gözlerini yummuş ve cenaze törenine yaklaşık 30 bin kişi katılmıştır.

Dostoyevski’nin Hapis Yılları

1849 yılında bu grupların tutuklanmasına ve aralarında Dostoyevski’nin de bulunduğu 21 kişinin kurşuna dizilmesine karar verildi. Ancak ölüm cezası daha sonra Sibirya’da 4 yıl sürecek ağır hapis cezasına ve er olarak 4 yıl askerlik hizmetine çevrildi. Dostoyevski, ölüm fermanı verildikten sonraki korku dolu anlarını ve yaşadıklarının izlerini, daha sonra kaleme aldığı yapıtlarında okuyucusuna hissettirmiştir.

Cezasını çektiği yıllarda da asla sıradan bir insan olarak davranmadı. Çok ağır koşullarda çalışmak zorunda bırakılan insanlara, olağanüstü varlıklar gözüyle baktı. Bu dönemde kendini dinleme ve hayatı sorgulama fırsatı bulan ünlü yazar aynı zamanda epilepsi nöbetlerine ve yakasını bir türlü bırakmayan ruhsal sarsıntılara yakalandı.

Hapishanede yattığı dönemde içinde bulunduğu ruh hali ile Hz. İsa’ya olan inancı katlanmıştır. Öyle ki Hz. İsa artık Dostoyevski için günahkarların kurtuluşu konusunda tek çıkış yolu olmuştur 1854 yılında cezasının sona ermesi ile Sibirya’da askerlik görevine devam eden yazar, görevindeki başarısı ve sadakati neticesinde subaylığa kadar yükselmiş ve burada sıkı arkadaşlar edinmiştir.

Dostoyevski’nin Edebiyata Girişi

Hapishaneden çıktıktan sonra kendini tamamen değiştiren Rus yazar, dönemin Çar’ının toplumsal reformlarını destekledi. 1860 yılında ilk toplu basımını yaptı. Ertesi yıl kardeşi Mihail ile birlikte Vremya dergisini çıkardı. Derginin amacı batılılaşma ve Slavcılık akımlarını insanların zihinlerinden uzaklaştırmaya çalışmaktı. Dergide yayımlanan; Ölüler Evinin Hatıraları (1861-1862)  gibi yazınlar derginin tanınmasını sağladı.

Tolstoy ve Turganyev gibi dünya edebiyatının en önemli isimleri dergiyi ve yazıları takdir etti. Ancak dönemin bazı eleştirmenleri dergiye ve yayınlanan içeriklere tepki gösterdi. Ancak tüm olumsuzluklar Dostoyevski’yi yıldırmadı. Dergiden kazandığı gelirle hayalini kurduğu yurt dışı gezisini gerçekleştirdi. Fransa, İtalya ve İngiltere gibi ülkeleri gezdikten sonra Rusya’ya döndü ve bu kez Epoha adlı dergiyi çıkardı.

Bölünmüş kişilik temasını Öteki romanında ele almış olan Dostoyevski, bu romanında okuyucularının olumsuz yorumlarını almış ve en büyük destekçisi sayılan Belinski’nin dahi desteğini kaybetmesine neden olmuştur. Kendisi gibi Rus yazarlardan olan Gogol ve Pusti isimli yazarların etkisi altında kalarak yeni eserler kurgulayan Dostoyevski, dünya edebiyatı için önemli eserlere imza atmış bir isimdir.

Gençlik yıllarında radikal eylemlere katılan Dostoyevski, hapishaneden çıktıktan sonra daha sakin bir yaşam sürmeye yöneldi. Kurulu düzene uyum sağlamaya ve insanların hayatlarını daha basit boyutlarda değiştirmeye kendini adadı. Bu noktada Hz. İsa’nın çile çekerek insanları kurtarmaya dayanan öğretisinden feyz aldı. Hapis yattığı süre boyunca edebiyattan yoksun kaldı. Bu açığı kapatmak için de çıktıktan sonra kardeşinden sürekli yeni kitaplar istemeye başladı.

Dostoyevski’nin Eserleri

Dostoyevski’nin EserleriBabasının ölmesinin ardından maddi olarak sıkıntı içine giren Dostoyevski, roman yazmaya 1846 yılları sırasında başlamış ve ilk romanı olan İnsancıklar’ı tamamlamıştır. Yakın arkadaşı vasıtasıyla Dostoyevski’nin ilk romanını inceleme fırsatı bulan Vissarion Belinski, romanındaki karakterleri betimlemedeki sanatsal yeteneğini keşfetmiş ve bu konuda gelecekte başarılı olacağına dair övgülerde bulunmuştur.

Ünlü yazarın ilk romanı olan İnsancıklar, içeriği nedeniyle aynı zamanda Rus toplumu için ilk toplumsal roman niteliği taşımaktadır. 1846 yılında roman yazmaya başlamış olan Dostoyevski, roman alanında yaklaşık 12 eser geride bırakmıştır. Uzun soluklu ve sürükleyici romanı en önemli klasikler arasında yer edinmiş olan Suç ve Ceza, Dostoyevski’nin başyapıtları arasında sayılır.

Franz Kafka Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Eserlerinde oldukça başarılı olan ünlü isim, dünya edebiyatında da çok önemli bir yere sahiptir. Sakarlıkları, sürekli sinirli ve gergin hali ile insanlar üzerinde hastalıklı bir insan izlenimi uyandırmasından dolayı edebiyat sosyetesi Dostoyevski’yi çok fazla benimsememiştir. Bu durumdan kendisi de rahatsız olan başarılı yazar, kendini yeni bir roman yazma heyecanı içinde bulmuş ve  Öteki isimli romanı için çalışmaya başlamıştır.

Budala, Delikanlılar, Ecinniler, Ezilmiş ve Aşağılanmışlar, Ölüler Evinden Anılar, Kumarbaz ve Karamazov Kardeşler, Rus yazarın günümüzde halen beğenilerek okunan eserleri arasındadır. Eserlerinin teması genellikle insan psikolojisi üzerine kurulu olan Dostoyevski aynı zamanda karakterlerinin ruh halini okuyucuya etkili bir şekilde aktarabilmesiyle de bu denli ilgi görmeyi başarmıştır. Dostoyevski’nin eserlerini roman ve öykü olarak şu şekilde sınıflandırabiliriz.

Romanları

    • İnsancıklar, 1846
    • Öteki, 1846
    • Netochka Nezvanova, 1849
    • Ezilmiş ve Aşağılanmışlar, 1861
    • Ölüler Evinden Anılar, 1862
    • Yeraltından Notlar, 1864
    • Suç ve Ceza, 1866
    • Kumarbaz, 1867
    • Budala, 1872
    • Ecinniler, 1872
    • Delikanlı, 1875
    • Karamazov Kardeşler, 1881

Öyküleri

    • Dokuz Mektupluk Romanı, 1847
    • Ev Sahibesi, 1847
    • Polzunkov, 1848
    • Bir Yufka Yürekli, 1848
    • Kıskanç Koca, 1848
    • Namuslu Bir Hırsız, 1848
    • Bir Noel Ağacı Ve Düğün, 1848
    • Beyaz Geceler, 1848
    • Küçük Kahraman, 1857
    • Tatsız Bir Olay, 1862
    • Timsah, 1865
    • Ebedi Koca, 1870
    • Bobok, 1873
    • Uysal Bir Ruh, 1876
    • Köylü Marey, 1876
    • Bir Adamın Düşü, 1877

Süleyman Şah Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

2015 yılında mezarının taşınmasıyla birçok habere konu olan Süleyman Şah, Osmanlı Devleti’nin atası olarak kabul edilebilir. 12. yüzyıl ve 13. yüzyıl civarlarında hayatını sürdüren önemli şahsiyetlerden birisidir. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in dedesidir. Suriye sınırı içinde olmasına rağmen Türk toprakları olarak kabul edilen, Süleyman Şah’ın türbesinin bulunduğu yer uzun yıllar Türk askerleri tarafından nöbet tutularak korunmuştu.

Ancak birazdan sizlere detaylarını paylaşacağımız üzere, önce türbenin yakınında bir baraj inşa edilmiş olması, ardından da ülkede yaşanan iç savaş kaygısı ile yerinin değiştirilmesine karar verilmiştir. Türk hükümeti tarafından yapılan açıklamaya göre de; iç savaş nedeniyle geçici olarak, etkili bir operasyonla Eşme köyüne taşınmıştır. Bu bölgeye Türk bayrağının dikildiğiyle ilgili açıklamalar da hükümet tarafından yapılmıştır.

İlk Türk Devletleri ve Özellikleri

Türbenin bulunduğu nokta Suriye toprakları sınırında olmasına rağmen türbe alanı Türk toprağı kabul edilmiştir. Ankara ve Lozan Anlaşmalarıyla da bu hüküm netlik kazanmıştır. Günümüze kadar toprakların korunmasıyla ilgili herhangi bir problem yaşanmamıştır. Bu yazımızda sizlere, Süleyman Şah’ın kısaca hayatı ile türbesi hakkında yaşanan olayları paylaşacağız.

Süleyman Şah Kimdir?

Süleyman Şah Kimdir?Süleyman Şah Kaya Alpoğlu olarak bilinen isim, kısaca Süleyman Şah olarak anılır. Kaya Alp’in oğlu aynı zamanda Ertuğrul Gazi’nin babasıdır. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in ise dedesidir.  Bu nedenle Süleyman Şah, Osmanlı Devleti’nin kurucusu olarak da kabul edilebilir. Oğuzların Kayı boyundan olan Süleyman Şah’ın doğum tarihi ilgili net bilgiler mevcut değildir ama 12. yüzyılın sonlarına doğru doğduğu düşünülmektedir. Horasan bölgesinde dünyaya gelmiştir.

Ertuğrul, Sungur Tekin, Gündoğdu ve Dündar adında 4 oğlu vardı. Süleyman Şah’ın ölümünden sonra Sungur Tekin ve Gündoğdu kabileleriyle birlikte eski yurtlarına geri dönerken, Ertuğrul ve Dündar yeni yurtlar aramak için Pasinler ovası başta olmak üzere birçok yer gezdi. Yeni yurtlar edinme ve keşfetme arzusu olan Ertuğrul Gazi, Anadolu Selçuklu Devleti tarafından Söğüt’e uçbeyi olarak tayin edildi. Oğullarından Osman Bey ise Osmanlı Devleti’ni kurdu.

Moğol hükümdarı Cengiz Han Orta Asya’yı istila edince, Oğuzların Bozok kolundan Kayı boyu, 13. yüzyılda Türkistan’dan batıya göç etmeye karar vermiştir. Göç edenlerden yaklaşık 50 bin hane Erzincan, Ahlat, Diyarbakır, Mardin ve Urfa’ya yerleşmişlerdir.

Kendisinden sonra yerini oğlu Ertuğrul Gazi, ardından da Osman Gazi almıştır. Süleyman Şah’tan Osman Gazi’ye geçen dönem, bir topluluğun aşiretten, beyliğe yükselişinin adıdır. Süleyman Şah döneminde aşiret olan topluluk uzun yıllar sonra dünyaya hükmeden bir imparatorluk halini almıştır.

Süleyman Şah’ın Hayatı

Süleyman Şah’ın HayatıSüleyman Şah, aşiretleriyle birlikte Orta Asya’dan göç ettikten sonra 1221 yılında Ahlat’tan çıkıp Erzincan taraflarına doğru ilerledi. Amasya bölgesinde Gürcülerle savaştı ancak burada bir yaşam alanı kurulamayacağına karar verdi. Bu süre içerisinde Halep’te bulunan Eyyubi Devleti’nden Haçlılarla savaşmak üzere Süleyman Şah’a bir davet geldi.

Süleyman Şah oymaklarıyla birlikte yola çıktı. Ancak tam olarak güzergahı bimiyorlardı. Atını önce Fırat nehrine doğru sürdü. Fakat bir süre sonra su kendi boyunu aşınca çıkmak istedi. Ancak ayağını üzengiden kurtaramadı.  Bu olaylar sonrasında Süleyman Şah, Caber’e giderken; yolda Fırat Nehri’nde boğularak hayatını kaybetti.

Ancak ölümü hakkında çok fazla rivayet bulunmaktadır. Yazımızın sonuna eklediğimiz videodan daha ayrıntılı edineceğiniz bilgilere bakıldığında; bu konuda tarihçiler arasında ciddi anlamda fikir ayrılığı bulunmaktadır. Kimisi Fırat nehrinden geçerken öldüğünü savunurken, kimisi Halep’te cenk ederken öldüğünü söyler. Yine doğruluğu halen tartışılan en çarpıcı nokta ise Caber Kalesi’nde yatan kişinin Süleyman Şah olmayabileceğidir.

Süleyman Şah’ın mezarının bulunduğu yer olan Caber Kalesi, II. Dünya Savaşı sonrasında Suriye sınırları içinde kalmıştır. Fakat Ankara ve Lozan Antlaşmaları gereğince, mezarın bulunduğu yer Türk toprakları olarak kabul edilmektedir. 1973 yılına kadar da mezarın yanında bulunan türbede Türk askerleri nöbet tutuyordu.

Ancak bu tarihten sonra bölgede yapılan bir baraj, türbenin su altında kalma riskini doğurdu. Suriye ile Türkiye arasında karşılıklı görüşmeler neticesinde, Süleyman Şah’ın türbesinin farklı bir bölgeye taşınmasına karar verildi.  İki ülke arasında yapılan anlaşmaya göre; türbe müştemilatı ile birlikte Halep-Hasseki yolu üzerinde bulunan Karakozak köyü yakınındaki yeni yerine nakledilecek, barajın kenarında türbenin eski konumuna en yakın yerde mermerden bir kitabe dikilecekti. Türkiye, türbenin zarar görmemesi için 2008 yılından itibaren büyük önlemler aldı. Duvarları yükseltildi, altlarına su geçirmez yapılar kuruldu, yeni bayrak direği çekildi ve çevresi yeşillendirildi.

Süleyman Şah Türbesinin Önemi

Süleyman Şah Türbesinin ÖnemiÖlümünün ardından naaşı Caber Kalesi’nin Fırat Nehri hizasındaki bölgeye defnedilmiştir. Mezarının taşınmadan önce bulunduğu yerin önemi bu sebeptendir. Bölgede mezarın bulunduğu noktaya Süleyman Şah Saygı Karakolu adı verilmiştir. Uzun yıllar bu bölgede bulunan türbesinin yanında Türk askerleri nöbet tutmuştur. 21 Şubat 2015 tarihinde ise ülkemiz tarafından Suriye’de iç huzursuzluklar sebep gösterilerek, yapılan operasyonla geçici süreliğine, Türk sınırına 180 metre mesafede olan Eşme köyüne nakledilmiştir.

Suriye toprakları sınırında uzun yıllardır yaşanan iç savaş nedeniyle Süleyman Şah’ın mezarının tehlikede olduğu düşünülmüştür. 38 personelin koruduğu mezarın Şah Fırat Operasyonu ile vakit geceyi gösterdiğinde Türkiye’ye taşındığı açıklanmıştır. Ardından yapılan açıklamayla da yeni mezar yeri olan Eşme köyüne Türk bayrağı dikildiği söylenmiştir. Bu taşıma esnasında bir asker geçirilen kaza neticesinde hayatını kaybetmiştir ama kazayla ilgili net bilgiler verilmemiştir.

Süleyman Şah’ın naaşının ilerleyen zamanlarda Eşme köyüne defnedileceği belirtilmiştir. Eşme köyünde Türk askeri kontrol noktası oluşturmuştur ve hazırlıklar son hızla devam etmekte, hazırlıklar biter bitmez naaş taşınacaktır. Nakil işlemi gerçekleştikten sonra birçok açıklama yapılmıştır. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarının ardından, bir bilgi de genelkurmaydan gelmiştir.

Genelkurmay Başkanlığı’nın web sitesinden yapılan açıklamaya göre; Süleyman Şah Saygı Karakolu’nda bulunun Süleyman Şah mezarının, Suriye’de meydana gelen güvenlik sorunları ve askeri gereklilikler sebebiyle, Türkiye’nin var olan hakları saklı kalmak üzere geçici olarak Suriye topraklarında yer alan ama Türkiye sınırına daha yakın olan Eşme köyüne taşınmak üzere Türkiye’ye geldiği belirtilmiştir.

Çandarlı Halil Paşa Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Türk tarihinde çok önemli bir yeri olan Süleyman Şah’ın türbesi de elbette Türkler için önemli bir yere sahiptir. Döneminde Halep Emiri tarafından yapımı başlatılan türbesi daha sonra Selahaddin Eyyubi tarafından koruma altına alınmıştır. Ancak daha 1260 yılında Moğollar tarafından yıkıma uğramıştır. Uzunca yıllar yıkık halde kalan Süleyman Şah türbesi, Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim‘in o bölgeyi fethetmesiyle yeniden restore ettirilmiştir.

1973 yılında ise Suriye’nin baraj inşaatında suların yükselerek türbeyi tehdit etmesi, aynı zamanda son yıllarda yaşanan iç karışıklıklar da eklenince; Türkiye hükümeti türbenin korunması gerektiğine karar vermiş ve yerini değiştirmiştir. Son olarak 2018 yılının başında türbenin yeniden eski yerine taşınması gündeme geldi. Dönemin Başbabakanı ve Başbakan yardımcısı tarafından yapılan açıklamada; Suriye’de savaşın bitip, hayatın normale dönmesinin ardından türbenin eski yerine taşınacağı bildirildi. Binali Yıldırım söz konusu taşınma işleminin tarihinin netleşmediğini fakat eninde sonunda gerçekleşeceğini söyledi.

Halil İnalcık Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Halil İnalcık, bir asırlık hayatı boyunca, Osmanlı-Türk tarihine ışık tutan sayısız esere imza atmıştır. Yazdığı kitapları tamamen objektif bir dille kaleme alan İnalcık, tarihin en önemli isimlerinden biri olarak adını unutulmazlar arasına yazdırmayı başarmıştır. En önemli eserleri arasında; The Ottoman Empire, The Classical Age ve Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet gibi kitaplar yer almaktadır.

100 yaşına yalnızca 40 gün kala hayata gözlerini yuman, arkasında sayısız eser ve öğrenci bırakan, Türk halkı için son nefesine kadar özverili bir şekilde hizmet sunan ünlü tarih profesörü ve bilim adamıdır. 20. yüzyılın başlarında Türkiye’de doğmuş olmasına rağmen hayatının 20 yılını Amerika’da geçiren İnalcık, sayısız üniversiteden fahri doktora unvanına sahiptir. Öğrencileri arasında, günümüzün en zeki ve bilgili insanları arasında gösterilen İlber Ortaylı, Ali Yaycıoğlu gibi ünlü isimler de bulunmaktadır.

Ahmet Cevdet Paşa Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Özellikle Osmanlı tarihi hakkında yaptığı çalışmalar ile ön plana çıkan İnancık, Türk tarihinin yurt dışındaki en bilinen öğretmenlerinden bir tanesidir. Pek çok dile çevrilmiş olan 1974 yılında kaleme aldığı Osmanlı İmparatorluğu’nun 300 yıllık bir dönemini anlattığı kitabı; “The Ottoman Empire Classical Age 1300-1600”, İngiltere’de ve İngilizce olarak yazılmış olmasına rağmen neredeyse dünyanın her yerindeki üniversitelerde ders kitabı olarak kullanılmaktadır.

Halil İnalcık Kimdir?

Halil İnalcık dünyaca ünlü profesör ve bilim adamı kimliğinin yanı sıra son derece pozitif ve hayat dolu bir insandır. Zaten 100 yıllık uzun ömrünü de bu enerjisine borçludur. Bir asırlık ömrüne çok değerli eserler sığdıran hocaların hocası Halil İnalcık’ın yazdığı kitaplar birçok yabancı dile çevrilmiştir. Ölümünün ardından hakkında anlatılan hikayelere göre 93 yaşındayken dahi, ders vermek için gittiği okuluna yürüyerek giden, araba ile onu almak isteyenleri reddeden bir insandır.

Klasik müziğe olan tutkusu ve sadece tarihe değil aynı zamanda sanata olan düşkünlüğü de bilinmektedir. Özellikle kendi kişisel arşivi için pek çok şiir kaleme alması, onun çok yönlülüğünü vurgulamaktadır. Kendisi neredeyse tüm dünya tarihçileri tarafından en büyük Osmanlı tarihçisi olarak kabul edilmiştir. Yaşadığı süre içerisinde siyasi duruşu, devlet politikası hakkındaki görüşleri gibi politik sebeplerden ötürü eleştirilerin hedefinde olmuş olsa da, her daim bilgisi ve kattıkları ile hatırlanacak olan dev bir bilim insanıdır.

Halil İnalcık’ın Hayatı

7 Eylül 1916’da İstanbul’da dünyaya gelen Halil İnalcık’ın babası Kırım göçmeni Seyit Osman Nuri Bey, annesi Ayşe Bahriye Hanım’dır. İlköğretimini Ankara Gazi Mektebi’nde tamamladı. Ardından Sivas Muallim Mektebi’ne gitti ve orta okulu Ankara Gazi Muallim Mektebi’nde bitirdi. Lise eğitimi için Balıkesir’e giden, “Hocaların Hocası” diye bilinen İnalcık, 1935 yılında Necati Bey Muallim Mektebi’nden mezun oldu.

Üniversite eğitimi için Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Bölümüne başlayan İnalcık, Fuat Köprülü’nün derslerini yakından takip etmiştir. Kısa süre içerisinde Köprülü’nün dikkatini çekerek, onun takdirini kazanmıştır. 1940 yılında yüksek öğrenimini bitirip mezun oldu. 1942 yılında Türkiye’de sosyoekonomik tarih yazıcılığının ilk örneklerinden olan Tanzimat ve Bulgar Meselesi tezini bitirdi ve bununla doktor unvanını aldı.

Fuat Köprülü’nün kanaati ve tavsiyesi sayesinde kendi üniversitesinin kürsüsüne yardımcı olarak atanmıştır. Daha sonraki yıllarda önce doktora ardından doçent olan İnalcık, 1945 yılında çalıştığı okuldaki meslektaşı olan Işıl Hanım’la evlenmiştir. 1949 yılında ihtisasını geliştirmesi için İngiltere’ye gönderildi. Burada British Museum‘da Türkçe yazmalar üzerine çalıştı ve Osmanlı’ya dair ilk kaynakları da buradan topladı.

Burada kaldığı süre boyunca sayısız seminer ve eğitime katılarak kendini geliştirdi. Aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu hakkında da sürekli kaynak taraması yapıyordu. Fernand Braudel’in II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası isimli eseri Halil İnalcık üzerinde çok büyük etki yarattı. 1951 yılında Türkiye’ye döndükten sonra bu eseri anlatan bir yazı kaleme aldı.

Başarılı kariyeri ile kısa süre içerisinde beğeni toplayan İnalcık 1947 yılında Türk Tarih Kurumu üyeliğine seçilmiştir. Bir süre Columbia Üniversitesi’nde eğitim veren İnalcık bu süre içinde yurt dışında sayısız kongreye katılmıştır. 1952 yılında Viyana Bozgun Yıllarında Osmanlı-Kırım Hanlığı İşbirliği teziyle profesörlük unvanı aldı. 1956 ve 1957 yıllarında Harvard Üniversitesi’nde bulundu. Burada Amerikan ve İslam tarihi gibi dersleri izlerken yine Osmanlı’nın kaynaklarına bakmayı da ihmal etmedi.

1961 yılında Kıbrıs hakkında araştırma yapmak için Kıbrıs’a gitti. Kıbrıs Vakıflar İdaresi’nde Kıbrıs kadılıklarına ait 56 sicil defterini inceledi. Beyrut’ta kaldığı bir dönem ise Arapçasını ilerletme konusunda onun için bir fırsat oldu.  1972 ile 1992 yılları arasında 20 yıl boyunca Amerika’da çalışmış ve yaşamıştır. Chicago gibi dünyanın en saygın üniversitelerinden bir tanesinde görev alan İnalcık, Amerika’da yeni yaşamaya başladığı zaman İngiltere’ye giderek adını tüm dünyaya duyuran kitabını yayınlamıştır. 1986 yılında Chicago Üniversitesi’nden emekli oldu.

1993 yılı sonrasında yeniden Türkiye’ye dönen İnalcık pek çok üniversiteden fahri doktora alan ve neredeyse en çok fahri doktorası bulunan bilim insanlarından bir tanesidir. Halil İnalcık bir asırlık hayatı boyunca birçok ödülün sahibi olmuştur. Boğaziçi, Selçuk, Atina, Uludağ, Chicago Üniversiteleri ile Hebrew University of Jerusalem ve University of Bucharest’ten fahri doktora unvanı almıştır.

Mahatma Gandhi Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

1994 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi isimli iki cilt halindeki kitabını yayınladı. 1998 yılında dönemin Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in elinden İstanbul Üniversitesi Türkiye Enstitüsü ödülünü aldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü Araştırma Kurulu ve Kültür Bakanlığı Osmanlı Bilim ve Kültür Mirası’nın 700. Yılı Anma Komitesi üyeliklerine seçildi. 1999 yılında Balıkesir Üniversitesi’nden, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’ndan şükran plaketleri aldı.

2001 yılında Sofya Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verilen başarılı isme 2002 yılında Macaristan Cumhurbaşkanı tarafından Macaristan Liyakat Nişanı verildi. Sosyal bilimler alanında en başarılı 2000 bilim insanı arasında gösterilen İnalcık 25 Temmuz 2016’da Ankara’da vefat etmiştir. Dünyanın en ünlü Osmanlı tarihçilerinden bir tanesi olması sebebiyle, Osmanlı döneminde protokol mezarlığı olarak kullanılan Fatih Camii’ne defnedilmiştir.

Halil İnalcık’ın Eserleri

Halil İnalcık Türkçe eserler vermiş olmasının yanında, sayısız İngilizce eseri de kaleme almıştır. Zaten bu nedenle Türk ve Osmanlı tarihini yurt dışına bu denli duyurabilmeyi başarmıştır. Hiç şüphesiz eserleri içinde en büyüğü 1974 yılında Londra’da kaleme aldığı “The Ottoman Empire: 1300-1600” dır.

Eserin en önemli özelliği tamamen objektif bir dille yazılmış olmasıdır. Kitap bu güne kadar 7 Balkan diline ve Arapçaya çevrilmiştir. Kitabın yayınlanmasından neredeyse 30 yıl sonra, 2003 yılında Ruşen Sezer tarafından Türkçeye çevrilerek Türk halkının da faydalanabileceği altın bir kaynak haline gelmiştir.

Hayatı boyunca 25 kitap ve 310’dan fazla makale yazan Halil İnalcık, eserlerini genellikle Osmanlı’nın siyasal tarihine yönelik olarak hazırlamıştır. Araştırmalarını son derece titizlikle yürüten İnalcık, hikayesel bir dil yaratarak eserlerini eğlenceye yönelik yazmak yerine öğretmeyi amaçlamıştır. Bu nedenle kitapları hala dünyanın pek çok yerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır. Değerli tarihçinin kaleme aldığı eserlerden bazıları şunlardır;

  • The Ottoman Empire, The Classical Age, 1300-1600, 1974 (Osmanlı İmparatorluğu, Klasik Çağ)
  • Suret-i Defter-i Sancak-i Arvanid
  • The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire, Bloomington, 1993
  • Gazavat-ı Sultan Murad b. Mehemmed Han
  • Ottoman Civilization (Gunsel Renda ile birlikte), 2003
  • Essays in Ottoman History
  • Fatih Devri Üzerine Tedkikler ve Vesikalar, 1954
  • Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, 2000
  • Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi Cilt 1 – Cilt 2
  • Tanzimat ve Bulgar Meselesi
  • Şair ve Patron, 2003
  • Atatürk ve Demokratik Türkiye, 2007
  • Devlet-i Aliyye, 2009
  • Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı
  • Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı, 2011
  • Devlet-i ‘Aliyye: Tagayyür ve Fesad, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar II, 2014
  • Kanunname-i Sultani Ber Muceb-i Örf-i Osmani
  • Osmanlı’da Devlet Hukuk Adalet
  • Osmanlı Uygarlığı

Akşemseddin Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Fatih Sultan Mehmet’in hocası ve İstanbul’un manevi fatihi olarak ünlenen Akşemseddin, Osmanlı tarihinin en ünlü alimlerinden bir tanesidir. Zamanın en büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli’den icazet alan Akşemseddin, bulaşıcı hastalıklar üzerine çalışmalar yapmış ve mikrobu “bilinen mikrop mucitlerinden” yıllar önce tasvir etmiştir.

Buna ek olarak kanserin ilk araştırmacılarından biri olan ünlü zat, o dönemde seratan diye adlandırılan hastalıkla çok uğraşmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in idam ettirdiği sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu Süleyman Çelebi’yi tedavi etmesiyle de tanınan Akşemseddin, hayatı boyunca pek çok alim yetiştirmiştir.

Süleyman Şah Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Fetih sırasında tıpkı Molla Gürani gibi II. Mehmet’in yanında yer alıp ona destek olan Akşemseddin, padişahın çok sevip saygı duyduğu bir hoca olmuştur. Hatta İstanbul’a girişte kendisi halk tarafından padişah sanılınca Fatih Sultan Mehmet gülümseyerek “padişah benim ama o benim hocamdır, çiçekler ona layıktır” demiştir. İlaveten; fethin ilk Cuma namazını kıldıran kişi de Akşemseddin olmuştur. Sonuçta; Akşemseddin Fatih Sultan Mehmet’le olan ilişkisi, çalışmaları ve saygı duyulan kişiliğiyle Osmanlı’nın en çok merak edilen alimleri arasında yer almıştır.

Akşemseddin Kimdir?

Akşemseddin Kimdir?Asıl adı ile Mehmet Şemseddin Bin Hamza olan Akşemseddin; çok yönlü Türk alimi, tıp insanı ve Şemsîyye-î Bayramîyye isimli Türk tarikatının kurucusu olarak tanımlanmaktadır. Fakat ünlü alimin bu kadar merak edilmesindeki en önemli etken Fatih Sultan Mehmet‘in hocası olmasıdır.

Ayrıca o, ilk mikrobiyolog Antonie van Leeuwenhoek’ten neredeyse iki yüz sene önce keşfettiği mikrobu, Maddetü’l-Hayat isimli eserinde dile getirmesiyle de hafızalara kazınmıştır. Hatta İskoç oryantalist Elias John Wilkinson Gibb; A History of Ottoman Poetry’de Akşemseddin’den övgü dolu sözlerle bahsetmiştir.

Hem bilim ve tasavvufta hem de tıp ve eczacılık alanında büyük bir ünü olan Akşemseddin, tıpkı Molla Gürani gibi II. Murat’ın emriyle Fatih Sultan Mehmet’in hocalığına tayin edilmiş ve padişahın yol göstericilerinden biri olarak daima Fatih’in yanında yer almıştır. 1389 yılında doğan alim, 1459’da Göynük’te vefat etmiş ve buradaki türbesine defnedilmiştir.

Akşemseddin’in Hayatı

Akşemseddin’in HayatıŞeyh Hamza’nın oğlu olarak 1389’da Şam’da dünyaya gelen Mehmet Şemseddin Bin Hamza, ilk tahsilini babasından aldı. 7 yaşlarında Şeyh Hamza ile birlikte Anadolu’ya gelerek Amasya’nın Kavak ilçesine yerleşti. Zekasıyla çevresindekileri kendine hayran bırakan Akşemseddin, çocuk denecek yaşta Kuran-ı Kerim’i ezberleyip hafız oldu.

Osmancık ve Amasya medreselerinde eğitimini tamamladıktan sonra genç yaşta müderrislik yapmaya başladı. Tıp, eczacılık, matematik ve astronomi gibi ilimlere de merak salan Akşemseddin, zamanının en ünlü alimlerinden biri olarak anılmaya başlandı. Fakat daha sonra ilimden ziyade irfan arayışına yöneldi ve tasavvufa doğru yola koyuldu. Bunun için İran’a gitse de aradığını bulmayarak Anadolu’ya geri döndü.

Ardından dönemin ünlü zatlarından Hacı Bayram-ı Veli’nin adını duyarak onun kapısını çaldı. Ne var ki Hacı Bayram-ı Veli’nin yoksullar için bile olsa yardım toplaması Akşemseddin’i hayal kırıklığına uğrattı. Bu olaydan sonra Halep’e doğru yola çıksa da yolculuk sırasında gördüğü rüya onu yeniden Hacı Bayram-ı Veli’ye götürdü.

Nitekim Akşemseddin, rüyasında boynunda bir zincir olduğunu ve o zinciri Hacı Bayram-ı Veli’nin tutarak kendisini çektiğini gördü. Bayramîyye Tarikatı‘nın kurucusunun yanında kalan Akşemseddin, Hacı Bayram-ı Veli’den tasavvufun bütün inceliklerini öğrenerek icazet aldı.

Ankara’dan ayrıldıktan sonra Beypazarı’na ve İskilip’e yerleşse de sonunda Göynük’e yerleşmeye karar verdi. Burada bir mescit ve değirmen yaptıran Akşemseddin, hem kendi çocuklarına (ünlü ismin 10 ya da 12 çocuğu olduğu söylenmektedir) hem de dervişlere eğitim verdi. Bir yandan da bilimsel çalışmalarına devam eden alim Maddetü’l-Hayat isimli eserinde mikrobu tasvir etti.

Asıl ününü II. Murat’ın emriyle II. Mehmet’in hocalığına getirildiğinde kazanan Akşemseddin, İstanbul’un fethi sırasında da padişahın yanında fetih ordusunda yer aldı. Fethin en sıkıntılı günlerinde dervişleriyle birlikte hem orduya hem de Fatih Sultan Mehmet’e güç veren Akşemseddin, bu nedenle daha sonraları İstanbul’un manevi fatihi sayıldı.

Ayrıca kaynaklarda kendisinin padişahın Eshab-ı kiramdan Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabrinin bulunduğu yeri sorması üzerine kabri “Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nur görüyorum, orada olmalıdır” dediği söylenmektedir. Bilgiye göre kabrin bulunmasından sonra Fatih Sultan Mehmet’in buraya bir türbe, yanına camii ve ilim öğrenmek için gelen talebelerin kalabileceği odalar inşa ettirmesini sağladı.

Kanuni Sultan Süleyman Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Fetih boyunca II. Mehmet’e destek veren Akşemseddin, İstanbul’a girildiğinde Fatih’in isteğiyle ilk namazı kıldırdı. Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet’in bütün ısrarlarına rağmen İstanbul’da kalmak istemeyerek Göynük’e geri döndü. Hayatının geri kalanını Göynük’te geçiren Akşemseddin, burada 1459 yılında hayata veda etti.

Akşemseddin’in Türbesi

Akşemseddin’in TürbesiGünümüzde pek çok ziyaretçisi olan Akşemseddin Türbesi, Bolu’nun ilçesi Göynük’te yer almaktadır. Gazi Süleyman Paşa Camii’nin avlusunda yer alan Akşemseddin Türbesi’nde ünlü alimin oğullarının sandukaları da bulunmaktadır.

Fatih Sultan Mehmet tarafından hocası Akşemseddin 1464 yılında yaptırılan türbe; kefeli taşından yapılmış kasnaksız bir kubbe ile örtülü altıgen planlı bir yapıdır. Akşemseddin Hazreti sandukası 2.50×0.50 boyutlarındadır ve türbenin sağ tarafta yer alır. Osmanlı ağaç işçiliğinin örneklerinden olan sanduka, ceviz üzerine kabartma yazı ile süslenmiştir ve özenle korunmuştur.

Diğer taraftan; Akşemseddin Türbesi’ni ziyaret etmek isteyenler için 1988’den bu yana yapılan Akşemseddin Hazretleri Anma Günü’nden de bahsedelim. Zira binlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bu etkinlik, Mayıs ayının üçüncü haftasının Pazar günü gerçekleştirilmekte ve anma gününde tasavvuf musikisi konserleri, Mevlid-i Şerif okunması gibi organizasyonlara yer verilmektedir.

Common Rail Nedir? Avantajları ve Dezavantajları Nelerdir?

$
0
0

Motorların teknolojik konuları, sistemin ihtiyacına göre geliştirilip, sunulmaktadır. Otomotiv mühendisleri ağırlıklı olarak araçların kalbini temsil eden üniteler konusunda fazla mesai harcarlar. Dıştan yanmalı motorların nasıl ki yanma prensipleri değiştirilip içten yanmaya alındıysa, konumuz olan “common rail” sistemi de günümüz dizel motorları için sunulan yüksek verimlilik unsurudur.

Benzinin depodan çekilerek motora nasıl geldiği, geliş sırasında nerelere uğradığı, sonrasında hangi mekanik yapıdan iletilip hedef noktaya ulaştırıldığı önemli bir konudur. O yüzden common rail sistemi, dizel yakıtlı araçların ana yapısında yerini almaktadır. Firmalar var olan sistemi kendi firma bünyesinde isimlendirmiştir.

İçten ve Dıştan Yanmalı Motor Nedir? Aralarındaki Farklar Nelerdir?

Biliyoruz ki ele alınan günümüz motorlarında görev paylaşımları vardır. Bu görev paylaşımı da bir bilgisayar sistemi tarafından yönetilir ve yönlendirilir. Elektronik kontrol ünitesi (ECU) ile yapılan işlemler verimlilikle birlikte sürücünün anlık vereceği tepkilere göre programlanır. Şimdi sizlere common rail teknolojisinin ne olduğundan, avantajlarından ve dezavantajlarından bahsedeceğiz.

Common Rail Nedir?

Common Rail NedirSon zamanlarda ismini farklı kısaltmalarda duyduğumuz common rail, dizel yakıt kullanan araçlar için geliştirilmiştir. Kullanım alanı oldukça geniştir. Sistemin sadece binek otomobillerde veya SUV araçlarda kullanılıyor zannedilmemesi gerekiyor. Çünkü motorinin girdiği gemi, iş makineleri, ticari araçlar ve ağır ticari araçların hepsinde kullanılmaktadır.

Common rail, yakıtın motor içerisinde yüksek basınçtla beraber püskürtülmesidir. Çalışma prensibinin de bu olduğunu söylemek mümkün. İçeriğinde farklı noktalara koyulan pompalar vardır. Bunlardan birisi yakıt deposundan alınan yakıtı çekmekle görevliyken diğeri basınç seviyesini yaklaşık 1600 bar’a getirmekle yükümlüdür.

Yine dediğimiz gibi bunların hepsi ECU’ya bağlıdır. Çekilen ve gönderilecek miktarların hepsi belli bir hassasiyet çerçevesi içerisinde gerçekleşir. Common rail sisteminde şimdi anlattığımız gibi aşırı besleme olayını ortaya çıkartabilmek için bazı destekleyici mekanizmaya ihtiyaç vardır. Mesela VW grubunun kullanmış olduğu TDI dizel ünitenin basında belirtilen “t” turboyu temsil etmektedir.

Dediğimiz hassas sistemi günümüzde tüm firmalar kullanıyor. Renault bu kısma DCI ile girerken Toyota D-4D ünitesi ile giriş yapmıştır. Temelde hepsi enjeksiyon – dizel motorlu olarak geçmektedir.

Common Rail’in Dizel Ünitelerde Yönetim Biçimi Nasıldır?

Common Rail’in Dizel Ünitelerde Yönetim Biçimi NasıldırNedir kısmında sizlere common raili tarif ederken çalışma prensibinden de bahsetmiş olduk. Bu başlığımızda ise kullanıcının vereceği tepkilere karşı sistemin nasıl cevap verdiğinden söz edeceğiz. Son nesil dizel motorların yönetimini elektronik sistemler sağlar. Yakıtın gidiş – gelişlerinin nerede ve nasıl olacağının hesaplanması da yapılmaktadır. Depo kısmında başlayan sensör yerleşimleri, motorun farlı birçok noktasına yerleştirilmiştir.

Bunlardan bazıları; eksantrik milinin konumunu ayarlayan sensör, motor suyu sıcaklık sensörü, turbo basıncını ayarlayan sensör, hava ağırlığını ölçen sensör, yakıtın sıcaklığında görevli sensör, gaz pedalı tepkime ölçme sensörü ve krank milinin duruş biçimini ayarlayan sensörlerdir. Bizler bunun sayesinde verimli şekilde en iyi tepkileri alırız. Eğer ki hızlı gitmek istiyorsak gaz pedalına bastığımız anda common rail yüksek hız moduna alınmış olur.

Veya tam tersi durumlarda; ayağımızı gazdan çektiğimiz anda gelen yakıt miktarı azaltılır, basınç düşürülür ve enjektörlerin püskürteceği yakıt miktarı aşağı çekilmiş olur. Sistemin asıl şaşırtıcı kısmı bunları ne kadar sürelerde yaptığı! Dikkat edersek sürüş biçimimizi anlık, istediğimiz şekle getirebiliyoruz. Birden hızlanmadan sonra birden yavaşlama gibi. İşte tüm bunların hesaplanıp, uygulanması milisaniyeler içerisinde oluyor.

Aracımızı güne başlarken ilk çalıştırdığımız anda motor ve mazot soğuktur. Marşa bastığımız anda sıcaklık ayarlamasını yapan sensörler anında devreye girerek, miktar ve gönderim süreleri ayarlanır. Common rail bir elektronik yönetim biçimi olduğundan, sistem arızaları da hızlı şekilde sürücülere bildirilir. Bu kısma bir örnek verecek olursak; soğuk kış aylarında mazot sıcaklığımız oldukça düşüktür.

Onun için kızdırma bujileri vardır. Yüksek ısı vererek mazotun akışkanlığını normal seviyeye getirir. Ancak 4 adet olan bu parça bazı zamanlarda görevini yapamaz. Yapamadığı anda ise gösterge panelinde buna dair bir işaret gösterilir. Gerekirse de çalışmayı kısıtlayarak ileri arızlara karşı korumaya alınır.

Common Rail Motor Yönetiminin Avantajları Nelerdir?

Common Rail Motor Yönetiminin Avantajları NelerdirECU ile yönetim şekliyle yönetilen dizel motorların, elektronik sistemlerle yönetilmeyenlere göre %40 – %45 tasarruf sunmaktadır. Comman rail düzene koyulan turbo desteği ile alınacak güçler daha fazla oluyor. Sonucunda elde edilen tork değerleri de yukarı ivmeli hareketler gösteriyor. Diğer bir avantajı; çalışırken ki hissettirdikleri.

Eski dizel motorların sarsıntılı ve gürültülü çalışmalarına karşı, son sistem daha az sarsıntılı çalışmaktadır. Yönetim biçimini anlatırken sizlere ikazlarından bahsetmiştik. Büyük avantajlarından birisi de sürücüyü herhangi bir aksilikte uyarmasıdır. Çıkabilecek arızalara karşı uyarıcı unsurların olması doğacak hasar ve masraflardan kurtaracaktır.

Son zamanlarda açılan dizel yasaklama kararlarına karşı aslında comman railli dizel üniteler normalin altında emisyon değerleri vermektedir. Tabi bunların yanında dikkat edilmesi gereken ve uyulması gereken kurallar da vardır. Şimdi sizlere comman railin dezavantajlarından söz edeceğiz.

Comman Rail Dizel Motorun Dezavantajları Nelerdir?

Comman Railin Dizel Motorlardaki Dezavantajları NelerdirHalk arasında da bilinen bir şey olan “dizel motorlar masraftır” yorumlaması vardır. Bu düşünceler aslında boşa değildir. Çünkü yeni nesille gelen dizel motorların elektronik bakımları ve parça maliyetleri fazladır. Turbo beslemeli dizel motorlu bir araca sahipsek ilk çalıştırma ve uzun süreli kullanımlardan sonra aracımızın rölanti halinde bir süre bekletmemiz gerektiği söylenir. Bu kısım önemlidir.

Aracımızı ilk çalıştırmadan sonra hızlı hareket etmemiz, parçaların deformasyonuna neden olabilir. Keza yine uzun süreli yolculuklardan sonra belli bir süre turbo türbininin durmasını beklemeliyiz. Birden kontak kapattığımız anda turboya olan yağlama kesiliyor ve parçaların zarar görmesine neden oluyor. Karşımıza çıkacak senaryo da bozuk bir turbo ünitesi olacaktır. Kaliteli yakıt almaya dikkat etmemiz gerekiyor.

Yakıtı püskürten kısım olan enjektörlerin tıkanması ve bozulması durumda binlerce TL masraf çıkabilir. Bazı parçaların servislerce “tamir edilemez” durumu olduğu için sıfırlarıyla değiştiriliyor. Özellikle atmosferik benzinli motorlara göre karşılaştırıldığında masraf boyutlarında büyük farklar vardır. Mesela benzinli bir motoru tamamen çalışamaz durumda düşünelim. Parçaların yenileme işlemleri içten yanmalı benzinli motorda ücret 1 birim tutuyorken, aynı şekilde comman rail motorlu dizel ünitenin rektefiye edilmesi 3 birim olarak ücretlendirilecektir.

Intercooler Nedir? Nasıl Çalışır? Motordaki Önemi Nedir?

Common railin çalışma prensibinden, avantajlarından ve dezavantajlarından sizlere bahsettik. Yakıtı 2.000 bar üzerinde basınçla püskürten ve pompa tarafından desteklenen yeni nesil teknolojik yönetim biçimi, yaşadığımız dönemde olması gereken bir şeydir. Normal motorların işlem sırasına göre uygulamalar olsa da yapısı gereği blokta büyük patlamalar oluşturduğu için performans ile birlikte yakıt ekonomisi sağlamaktadır. Enjektörlerle gönderilen yakıtın mükemmele yakın homojen karışımla beslenmesi, haliyle sonucunda verimli bir yakıt yanmasını gerçekleştirir.

Comman rail premium marka modellerine geçtikçe daha üst düzeyde ele alınmaktadır. Sistemi istediğiniz hadar mükemmel hale getirmek mümkün olacağı için firmalar arası farklar oluşabiliyor. Mercedes’in CDI dizel ünitelerinde enjektörleri bir milisaniyenin kısa bir bölümünde açılıp kapabiliyor. Diğer üreticilerde bu süre daha uzun da olabiliyor. Anlattığımız iç kısımda gerçekleşen durumlar. Ses olayı da dizeller için çok önemlidir.

Common railin ilk kullanım zamanıyla şimdiki sistem arasında db açısından karşılaştırılmayacak kadar üniteler sessizleştirilmiştir. Bunun da tek nedeni sürüş konforunu daha çok desteklemek. Eğer ki yeni nesil dizel motorlu araç kullanıcısıysanız dezavantaj kısmında anlattıklarımızı dikkate almalısınız. Böylece daha sorunsuz ve uzun süreli, sağlıklı bir üniteye sahip olacaksınız.

Viewing all 504 articles
Browse latest View live